Uzmanlarımızın görüşü: İsrail’in İran’a saldırısından sonra neler olabilir?

June 13, 2025
Uzmanlarımızın görüşü: İsrail’in İran’a saldırısından sonra neler olabilir?

Mustafa Enes Esen

İsrail bu gece erken saatlerde İran’ın nükleer ve askeri tesislerine saldırı düzenledi. İsrail ordusunun açıklamalarına göre şu ana kadar 200’e yakın hedef vuruldu. İran’dan gelen ilk görüntülerden İran ordusunda görevli üst düzey askerlerin ve nükleer bilimcilerin oturdukları evlerin de hedef alındığı anlaşılıyor. Bu bağlamda, İran’da üst seviyedeki 20 kadar generalin ve altı nükleer bilimcinin öldürüldüğü kaydediliyor.

Günlerdir geliyorum diyen bu operasyon önümüzdeki günler, belki haftalarda da devam edecek gibi duruyor. Bu bağlamda, Suudi Arabistan, Ürdün, BAE, Bahreyn, Katar ve Türkiye, İsrail’in İran’a yönelik saldırıları bugün kınadı. Öte yandan, bazı Avrupa ülkeleri İsrail’e destek beyan etti.

İsrail’in İran’ı vurmasının esas nedeni İran’ın nükleer programındaki ilerlemelerdi. İran henüz nükleer silah geliştirmemiş olmakla birlikte, siyasi bir karar alması halinde birkaç gün içinde nükleer silah üretmeye yetecek uranyumu zenginleştirebilecek kapasiteye sahipti. İsrail ordusunun iddiasına göre, İran’ın elinde 15 nükleer silah üretmeye yetecek kadar uranyum bulunuyor. Farklı kaynaklarda İran’ın elindeki farklı uranyum miktarları belirtiliyor. Her halükarda, İran’ın istemesi halinde birkaç nükleer silah üretmeye yetecek uranyumu olduğu rahatlıkla söylenebilir.

İran'ın İsfahan’da Natanz ve Kum’da Fordo uranyum zenginleştirme tesisleri bulunuyor. Bu tesisler yerin onlarca metre altında bulunuyor. Mesela, Fordo’nun yerin 150 metre altında inşa edildiği söyleniyor. Buraların yerin bu kadar dibinde inşa edilmesinin sebebi bu tesisleri olası bir hava saldırısından korumaktı. İsrail’in ve hatta ABD’nin elindeki sığınak delici bombaların bu kadar derindeki bir hedefi imha edeceğine dair ciddi şüpheler var. Dolayısıyla ABD’li bazı uzmanlar bu tesislere saldırıların başarısız olacağından ve böyle bir saldırının İran’ı nükleer silah üretmeye iteceğinden endişe ediyordu.

İsrail’in bugün vurduğu hedefler arasında hem Natanz, hem de Fordo uranyum zenginleştirme tesislerinin bulunuyor. Bu saldırıların uranyum zenginleştirme tesislerini ne derece yok etti sorusunun cevabı önümüzdeki günlerde netleşecektir. 

Bununla birlikte, saldırı başarılı olsa ve tesisler tamamen yok edilse bile İran’ın yeterli know-how geliştirmiş olması nedeniyle, birkaç yıl içinde tekrar bol miktarda uranyum geliştirebileceği söyleniyor. Bu gece İran’ın nükleer bilimcilerinin hedef alınmasının arkasında bu know-how’ı sekteye uğratma hedefi de bulunuyor. 

Diğer bir husus ise, her ne kadar Trump yönetimi, İsrail’in saldırısına destek vermediğini açıklamış olsa da, böyle bir saldırının ABD’nin zımni onayı olmadan gerçekleşemeyeceği izahtan vareste. Nitekim, İsrail’in operasyon yapma kararını Pazartesi günü Trump ve Netanyahu arasında geçen telefon görüşmesinden hemen sonra aldığı kaydediliyor.

Trump yönetimi ve İsrail halen konuya diplomatik bir çözüm istediklerini dil ucuyla söyleseler de, bu ihtimal artık yok denecek kadar azaldı. Dolayısıyla, Pazar günü normalde altıncısı yapılacak ABD-İran nükleer müzakerelerinin de artık rafa kalktığı söylenebilir. 

Hava kuvvetleri büyük ölçüde yok edildiği anlaşılan İran’ın İsrail’e karşı misilleme yapmak için elinde pek bir imkan bulunmuyor. Nitekim, İran misillemelerini zamana yayacağını ifade ederek şu anda güçlü bir karşılık veremeyeceğini dile getirmiş oldu. Öte yandan, İran bölgedeki ABD varlıklarını hedef alabilir veya dünyanın en önemli enerji yollarından Hürmüz Boğazı’ndaki petrol sevkiyatını aksatıcı eylemlere girişebilir. Bu hamlelerden herhangi biri petrol fiyatlarını zıplatacaktır. Bu endişeler nedeniyle petrol fiyatları bugün %7 yükseldi ve Brent petrolü 74 dolara çıktı.

İsrail’in devam edeceği anlaşılan bu saldırıları İran’ı güvenlik doktrinini yeniden gözden geçirmeye itecektir. Konvansiyonel olarak güvenliğini sağlamakta aciz kalan İran hükümeti, bugünkü saldırılar sonrasında nükleer silah üretmek hususunda siyasi bir karar alabilir. 

Başka bir ifadeyle, İsrail’in saldırıları başarılı olmuş olsa bile, bu gece İran’ın nükleer silah konusunda nihai bir karar alması yönünde kritik bir eşik aşılmış olabilir. İran’ın nükleer silah geliştirme konusundaki iradesi, İsrail’e misilleme olarak attığı balistik füzelerden çok daha önem arz edecektir. 

Servet Akman

İsrail’in 13 Haziran 2025 tarihinde İran’a yönelik gerçekleştirdiği geniş çaplı hava operasyonu, uzun süredir gündemde olan bir olasılığın hayata geçirilmesi bakımından sürpriz olmasa da, operasyonun kapsamı, koordinasyonu ve etkisi uluslararası kamuoyunda dikkat çekici yankılar uyandırmıştır. Yaklaşık bir yıl süren hazırlık süreci sonrasında, İsrail istihbarat servisi öncülüğünde yürütülen bu operasyon, askeri ve teknolojik kapasite açısından büyük bir başarı örneği olmuştur.  

Operasyon kapsamında İran Silahlı Kuvvetleri'nin üst düzey komuta kademesinden isimler –İran Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Hava Kuvvetleri Komutanı dahil olmak üzere– öldürülmüş; toplamda 70’i aşkın üst düzey askerî yetkili ve nükleer bilimci hedef alınmıştır. Bu durum, operasyonun yalnızca nükleer altyapıya değil, aynı zamanda İran’ın stratejik karar alıcı kadrosuna yönelik bir mesaj taşıdığına işaret etmektedir.

İsrail, operasyon öncesinde İran’ın hava savunma altyapısını, daha önce ülke içine sızdırılan insansız hava araçları (İHA) yoluyla devre dışı bırakarak klasik hava savunma reflekslerini işlevsiz hale getirmiştir. Bu sayede 200’den fazla savaş uçağının İran hava sahasında herhangi bir direnişle karşılaşmadan görev icra edebilmesi mümkün olmuştur. İsrail’den son yapılan açıklamalara göre, İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın batısından Tahran’a kadar harekat serbestisi kazanmıştır. Nitekim Netanyahu da, önümüzdeki günlerde hava üstünlüğünün pekişmesiyle İran’daki saldırılarını yoğunlaştıracaklarını belirtmiştir.

Operasyonun temel hedefi, İran’ın nükleer silah edinme kapasitesini kalıcı biçimde ortadan kaldırmaktır. Bu doğrultuda Natanz nükleer tesisi kısmen tahrip edilmiş olsa da, Fordow’daki yeraltı tesislerinin imhası hâlen büyük bir askeri ve teknik sorun olarak varlığını sürdürmektedir. İsrail’in elinde bu ölçekte bir altyapıyı yok edebilecek nitelikte delici mühimmatlar ve bunları taşıyacak hava platformları bulunmamaktadır. Bu noktada ABD desteği İsrail açısından vazgeçilmez görünmektedir. Ancak şu ana dek Washington’dan gelen sinyaller, operasyona doğrudan katılım konusunda isteksizlik içinde olduğunu göstermektedir. ABD'nin İran’dan atılan balistik füzelere karşı savunma operasyonlarına lojistik destek verdiği bildirilse de, daha kapsamlı bir askeri angajman henüz söz konusu değildir.

Nükleer kapasiteye sahip bir İran, İsrail için yalnızca güvenlik riski değil, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit olarak görülmektedir. Bu nedenle söz konusu askeri operasyon, yalnızca bir önleyici saldırı olarak değil, aynı zamanda bölgesel caydırıcılık doktrininin yeniden tanımlanması şeklinde de yorumlanabilir. İran’ın bugüne kadar vekil unsurlar üzerinden yürüttüğü hibrit savaş stratejisi –Hizbullah, Hamas ve Husi milisleri üzerinden– göz önüne alındığında, İsrail’in operasyonu aynı zamanda bu vekil yapıların beslendiği devlet aklını hedef alma niteliği de taşımaktadır.

Öte yandan, rejimin üst düzey askeri kadrosuna yönelik saldırıların iç politikada rejim değişikliğine neden olup olmayacağı konusu belirsizliğini korumaktadır. İsrail’in hava operasyonları yoluyla rejimin devrilmesini sağlaması henüz belirsizdir. Ancak uzun vadede bu tür operasyonların İran’ın siyasi dengeleri üzerinde yaratabileceği etkiler, bölgesel güç dengeleri bağlamında ayrı bir incelemeyi gerektirmektedir.

Haşim Tekineş

İran-İsrail savaşı hiç şüphesiz bölgedeki diğer tüm ülkeler gibi Türkiye'yi de doğrudan etkileyecek. Türkiye ve İran arasındaki tarihsel rekabet nedeniyle İran'ın zayıflaması Türkiye'ye bir takım fırsatlar sunabilir. Öte yandan, İran İslam Cumhuriyeti'nin çöküşü ise Türkiye için önemli riskler barındırıyor.

İran’ın zayıflaması, Türkiye açısından önemli stratejik fırsatlar doğurdu. Özellikle 7 Ekim sonrası süreçte, İran'ın yara alması ve Hizbullah'ın zayıflaması Türkiye'ye ve müttefiklerine yaradı. Nitekim, Esad rejiminin çöküşü, Ankara için büyük bir jeopolitik kazanım oldu. Türkiye ve İran arasındaki bölgesel dengede Suriye adeta taraf değiştirdi.

Türkiye'nin kazanımları sadece Suriye ile sınırlı kalmadı. Irak ve Kafkasya'da da Ankara İran ve İsrail arasındaki çekişmenim meyvelerini topluyor.

Ancak mesele yalnızca İran’ın zayıflaması olmaktan çıktı. Rejiminin tamamen çökme ihtimali de artık daha fazla tartışılıyor. İran'ın zayıflaması Türkiye'ye yararken, rejimin çökmesidaha karmaşık ve öngörülemez sonuçlar doğurabilir.

Birincisi, rejimin çökmesi ve ülkenin kaosa sürüklenmesi durumunda Türkiye yeni bir mülteci dalgasıyla karşı karşıya kalabilir. Afganistan ve Suriye örneklerinden de görüldüğü gibi, İran gibi büyük bir ülkede iç karışıklık, milyonlarca insanın sınır dışına kaçmasına yol açabilir. Türkiye, hâlihazırda ciddi bir mülteci yükü taşırken, İran’dan gelecek yeni bir akın toplumsal ve siyasi gerilimleri artırabilir. İran Suriye'ye nazaran çok daha büyük bir ülke ve Türkiye-İran sınırı kontrol edilmesi çok daha zor bir sınır.

İkinci önemli ihtimal, İran’daki Kürt hareketlerinin güç kazanmasıdır. İran sınırında bağımsız ya da özerk bir Kürt yapısının ortaya çıkması, Türkiye’nin ulusal güvenlik endişelerini daha da derinleştirebilir. Bu durum, hem Türkiye’nin Irak’taki hem de Suriye’nin kuzeyindeki politikalarını etkileyebilir.

Üçüncüsü ise, rejim sonrası İran’ın dış politikada köklü bir değişim yaşama ihtimalidir. Şii İslamın rolü tamamen ortada. Kalkmasa bile, daha seküler ve Batı ile uyumlu bir İran, ABD ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirebilir. Bu da bölgede yeni bir İran-İsrail-Amerika üçgeninin doğmasına yol açabilir. Böyle bir eksen, hem Türkiye’nin bölgesel etkisini sınırlayabilir hem de Ankara’nın dış politikada daha yalnız bir pozisyona düşmesine neden olabilir.

Sonuç olarak, İran’ın zayıflaması kısa vadede Türkiye’ye alan açsa da, bir rejim değişikliği ihtimali Ankara açısından ciddi stratejik riskler barındırıyor. Türkiye, bu süreci dikkatle takip etmeli ve farklı senaryolara hazırlıklı olmalı.

You may also like

No-Limits Partnership! A China-Russia Alliance for the Post-American World?

June 12, 2025
by Haşim Tekineş, published on 12 June 2025
In this deep-dive, we explore how Xi Jinping and Vladimir Putin are reshaping geopolitics through strategic alignment, economic cooperation, military gestures, and shared opposition to the West. From the war in Ukraine to the Taiwan Strait, their partnership is testing the limits of the global order.

How Turkey Is Expanding Its Power in Africa!

May 22, 2025
by Haşim Tekineş, published on 22 May 2025
In this video, we uncover the dramatic transformation of Turkey’s Africa policy — from humanitarian aid to drone diplomacy, arms sales, and military bases. As Western powers pull back, Turkey is stepping in to fill the vacuum, building influence from the Horn of Africa to the Sahel.

Erdoğan'ın Dış Politikada İkinci Baharı!

May 14, 2025
by Haşim Tekineş, published on 14 May 2025
Son dönemde Türk dış politikasında gözle görülür bir olumlu ivme yaşanıyor! Esad'ın düşmesi, Avrupa güvenlik mimarisindeki değişimler, Trump'ın etkisi ve Ukrayna krizi gibi küresel gelişmeler, Türkiye'nin dış politikada yeni bir sayfa açtığını gösteriyor.