İsrail’in hava saldırıları İran’ın iç istikrarını da hedef alıyor. Uzmanlarımız bu sürecin rejim değişikliğine evrilip evrilmeyeceğini değerlendirdi.
İran’da veya başka bir ülkede sadece hava saldırılarıyla rejimin yıkılması pek mümkün değil. Hava saldırısına en azından karadan bir harekatın eşlik etmesi gerekiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıların Almanya ve Japonya’yı bombalaması bu rejimleri devirmedi veya halk ayaklanmalarına sebep olmadı. 1991’den sonra nokta atışı yapabilen füzelerin yaygınlaşmasıyla da durum değişmedi. Birinci Körfez Savaşı sonrası havadan yoğun bombardımana ve Irak’ın içinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesine rağmen Saddam Hüseyin iktidarını korudu. Oğul Bush 2003 yılında Irak’ı işgal edince Saddam tahtını kaybetti.
Bununla birlikte, hava saldırılarının bir rejimi devirmesi için illa ki yabancı bir ordunun ülkeyi işgal etmesi şart değil. Sahada rejime muhalif silahlı unsurların harekete geçmesi de rejimin devrilmesinde etkili olabiliyor. 2001 yılında Afganistan’da Taliban’ın yıkılmasında ve 2011 yılında Libya’da Kaddafi’nin devrilmesinde, silahlandırılan bazı grupların ve kabilelerin hava harekatına sahada destek vermesi hayati rol oynadı. İran’da henüz böyle bir hareketlenme söz konusu değil.
Rejim değişikliği için diğer bir seçenek olarak İran’ın ruhani lideri Hamaney’in öldürülmesinin değerlendiriliyor. Bu bağlamda, İsrail’in Hameney’e suikast düzenlemek istediğini ama Trump’ın bu talebi reddettiği belirtiliyor. Nitekim, Trump sosyal medya üzerinden yaptığı bir paylaşımda, Hamaney’in nerede saklandığını bildiklerini, adı geçenin kolay bir hedef olduğunu, ama şimdilik onu öldürmeyi düşünmediklerini kaydetti. Ne var ki, Hamaney öldürülse bile yerine gelecek kişinin Batı’ya dost bir isim olacağının hiçbir garantisi yok. Böyle bir suikast İran’daki rejimle bütün köprülerin atılması ve ileride hiçbir şekilde Tahran’la uzlaşma istenmediği anlamına gelir.
İsrail bu fikre sıcak olsa da, ABD konuya ihtiyatlı yaklaşıyor. Trump’ın önündeki en önemli açmazlardan birisini parti tabanındaki fikir ayrılığı teşkil ediyor. Başkan Yardımcısı JD Vance’in başını çektiği “isolationist” kanat, ABD’nin Ortadoğu’da herhangi bir savaşa dahil olmasına şiddetle karşı çıkıyor. İsrail’in güvenliğini önceleyen diğer kanat ise, İran’ın gardı hazır düşmüşken nükleer dosyasının tamamen kapatılması için askeri müdahale yapılması gerektiğini savunuyor.
Her halükarda, Trump yönetimi İran’da bir rejim değişikliğini zorlamayacak gibi duruyor. Şu ana kadar yapılan askeri hazırlıktan, kara harekatı seçeneğinin masada olmadığı ve ABD’nin İran’daki uranyum zenginleştirme tesislerinin yok etmekle yetineceği anlaşılıyor.
İran’da rejim içinde kabaca tasnif etmek gerekirse ılımlı ve radikal olmak üzere iki kanat bulunuyor. İsrail’in suikast yaptığı isimlerin daha radikal kanattan olduğu görülüyor. Operasyonun uzaması halinde, bu iki kanattan Batı’yla müzakerelere daha açık ılımlıların güç kazanması ihtimal dahilinde bulunuyor. Ne var ki, bu kanatlardan birinin güçlenmesi tek başına rejim değişikliği anlamına gelmiyor.
Bir kara harekatı olmadan veya ülkenin periferisinde bazı gruplar silahlı bir ayaklanmaya girişmeden İran’daki rejimin tamamen çökmesinin çok zor olduğu söylenebilir. Saldırılar devam ederken İran’da halkın, İsrail yanlısı olmakla suçlanmak pahasına sokağa dökülmesi de henüz kuvvetli bir ihtimal değil. Başka bir ifadeyle, ülke içindeki mevcut güç dengelerinde bazı değişiklikler yaşanacak olsa da, İsrail’in saldırılarıyla zayıflayan İran’daki yönetim muhtemelen bir müddet daha ayakta kalmaya devam edecek.
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu liderliğindeki sağ eğilimli hükümetin, İran’a yönelik son dönemde gerçekleştirdiği yoğun hava saldırıları ve Netanyahu’nun kamuoyuna yaptığı açıklamalar, İsrail’in İran’da bir rejim değişikliğine istediğini açıkça ortaya koymaktadır. Ancak, bir haftayı aşkın süredir devam eden bu saldırıların doğrudan rejim değişikliği hedefi taşıdığına dair resmi bir açıklama İsrail makamlarınca yapılmamıştır.
İsrail'in bu çatışmadan temel beklentisi, İran’ın nükleer kapasitesini tamamen ortadan kaldırmak ve mevcut rejimi mümkün olduğunca zayıflatmaktır. Bu bağlamda, Devrim Muhafızları İstihbarat Birimi ile İran devlet televizyonuna yönelik gerçekleştirilen saldırılar, İran rejiminin hem güvenlik hem de propaganda kapasitesini hedef alarak rejimin iç meşruiyetini ve bölgesel etkisini sarsmayı amaçlamaktadır. Ancak İsrail, tek başına ne İran’ın nükleer programını tamamen yok edebilir, ne de doğrudan bir rejim değişikliğini tek taraflı olarak gerçekleştirebilir. Bu nedenle, İsrail'in Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) desteğine ihtiyaç duyduğu açıktır.
Bu noktada, Başbakan Netanyahu’nun İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in öldürülmesinin çatışmayı sona erdireceğine dair açıklamaları dikkat çekicidir. Öte yandan, ABD basınında yer alan haberlere göre Washington yönetimi, Hamaney’e yönelik olası bir suikasta karşı çıkmıştır. Bu durum, İsrail ile ABD arasında İran’a yönelik stratejiler bağlamında önemli görüş ayrılıklarının bulunduğunu göstermektedir. İlaveten, İran’ı nükleer tesislerine hava saldırısı yapma konusunda dahi tereddüt yaşadığı anlaşılan Trump’ın rejimi devirmeye yönelik bir harekata girişmesi oldukça güçtür.
Öte yandan, çatışmaların başlamasından bu yana geçen süreçte İran’ın İsrail’e yönelik füze saldırılarının daha yıkıcı hale geldiği ve İsrail’in hava savunma sistemlerinin etkinliğinde bir düşüş yaşandığına dair haberler uluslararası kamuoyuna yansımaktadır. Ayrıca, İsrail’in mühimmat stoklarında sıkıntı yaşadığı yönündeki iddialar da bu durumu teyit etmektedir. Böyle bir durumda, rejim değişikliği hedefinin —ki bu hedef muhtemel bir kara harekâtını, uzun süreli askerî varlığı ve hatta uluslararası kuruluşların sahada bulunmasını gerektirebilir— kısa vadede gerçekleştirilmesi oldukça güç görünmektedir.
Sonuç olarak, İsrail’in hava operasyonları aracılığıyla İran’daki hava savunma, askerî ve stratejik altyapıya yönelik saldırılarını sürdürmesi muhtemeldir. Bu saldırılar, doğrudan İran’ın vekil güçlerine destek sağlayan mekanizmaları ve İrail’e yönelik füze saldırılarını hedef alarak, rejimin İsrail’e yönelik tehdit kapasitesini zayıflatmayı amaçlamaktadır. Nihayetinde, İsrail’in bu süreci nasıl yöneteceği ve bölgesel dengelerin nasıl evrileceği, zaman içerisinde daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.
İçinden geçtiğimiz günlerde, belki önümüzdeki yılları hatta on yılları etkileyecek çatışmaların ve acıların tohumları atılıyor olabilir. İsrail’in İran’a karşı yürüttüğü askeri operasyon, yalnızca füze rampalarını ve nükleer tesisleri hedef almakla kalmıyor; aynı zamanda İran rejiminin iç güvenlik kapasitesini de sistemli biçimde zayıflatıyor. Bu da rejim değişikliği ihtimalini tekrar gündeme getiriyor.
Savaşın başında İsrail’in sürpriz operasyonları, istihbarî ve teknolojik açıdan İran hedeflerini etkili şekilde vurdu. İlk aşamada İran, drone saldırılarıyla yanıt verdi, ardından balistik füzelerle karşılık vermeye başladı. Ancak bu saldırıların yoğunluğu zamanla azaldı. İsrail’in hava saldırıları İran’ın elindeki füze rampalarını, mühimmat depolarını ve askeri kapasitesini ciddi ölçüde etkisiz hale getirdi. Bazı tahminlere göre İran’ın balistik füze mühimmatlarının %30 ila %50’si imha edildi.
Donald Trump'ın Amerika'yı da bu savaşa dahil etmesi halinde İran rejimi üzerindeki baskıları daha da artıracaktır.
İsrail'in saldırıları yalnızca teknik altyapıya yönelik değil. Aynı zamanda İran İstihbarat Bakanlığı’na (Ittılaat) bağlı iç güvenlik birimlerinin üsleri de var. Ittılaat, İran rejiminin en kritik dayanaklarından biri. Siyasi muhalefeti bastırmak, kitlesel gösterileri önlemek, toplumda korku ve denetim mekanizmalarını sürdürmek açısından merkezi bir rol üstleniyor. Bugün bu birim, doğrudan İsrail’in hedefi haline gelmiş durumda. Saldırıların, protestoları bastırmakla görevli birliklerin konuşlandığı merkezleri de kapsaması, yalnızca askeri değil, iç siyasal çözülmeye oynayan bir stratejiye işaret ediyor.
Başka bir ifadeyle, protestolar sırasında sahaya çıkan, Türkiye’deki çevik kuvvete benzer birliklerin üslerinin vurulması, İran’da muhtemel bir toplumsal kalkışmaya karşı koyma kapasitesinin zayıflatılması anlamına geliyor. İran’ın buna karşılık şehir merkezlerine yeni birlikler konuşlandırdığı, özellikle Tahran’da toplumsal olaylara müdahale edebilecek güçlerin hazır bekletildiği bildiriliyor.
İran rejimi uzun süredir ekonomik kriz, sosyal çalkantılar, yolsuzluk ve adam kayırma gibi yapısal sorunlarla mücadele ediyor. İdeolojik kutuplaşmanın derinleşmesi, toplumsal kırılmaları da beraberinde getiriyor. Mahsa Amini protestoları gibi olaylar, rejimin meşruiyetini sarsan geniş halk hareketlerinin zeminini oluşturuyor. İsrail’in iç güvenliği hedef alması, bu hareketlerin tekrar yükselmesi ihtimaline kapı aralıyor.
Ancak bütün bu dış faktörlere karşın, İran rejiminin devamlılığını ya da yıkılışını iç faktörler belirleyecektir. İran rejimi her şeye rağmen rejimi sosyal olaylara karşı koruyabilecek kapasiteye sahip. Ancak rejim elitlerinin rejime sadakati ve toplumsal tepkinin çapı bu kapasitenin ne kadar etkin kullanılabildiğini belirleyecek.