HDP Kocaeli Milletvekili Sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu’yla Yaptığımız Mülakat

Hüseyin Konuş, published on May 27, 2020
INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Değerli izleyiciler, Diplomasi ve Ekonomi Enstitüsünün ilk internet yayınına hoşgeldiniz.

Bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde Diplomasi ve Ekonomi Enstitüsü, kısaca INSTITUDE hayata geçti. Bir grup eski diplomat olarak INSTITUDE’u kurduk, faaliyete başladık. Ve bugün ilk internet yayınımızı yapıyoruz. INSTITUDE’un yayınlarını institude.org web sitemizden, ayrıca Twitter adresimizden takip etmeyi unutmayın. Ve ayrıca bu programı da izleyeceğiniz YouTube kanalımıza üye olmayı lütfen unutmayın.

INSTITUDE insan hakları konularında faaliyet gösterecek; diplomasi, ekonomi, hukuk ve diğer alanlarda yayınları olacak. Yazılı yayınlar, ayrıca podcast’ler ve şu an izlediğiniz gibi internet yayınlarımız, görüntülü yayınlarımız olacak. Biz Türkiye’nin otoriterleşmesinden, giderek artan bir şekilde insan hakları ihlalleri yaşanmasından rahatsızız. Müreffeh, istikrarlı, barış içinde bir ülke arzu ediyoruz, özlemliyoruz. Ve bunun yolunun ancak hukukun üstünlüğüne saygıyla, demokrasiyle ve insan haklarına saygıyla olabileceğini düşünüyoruz. Bu yönde yapılan çok değerli katkılar var. Kendi imkanlarımız ölçüsünde, elimizden geldiğince biz de bunlara kendi katkımızı sunmayı amaçlıyoruz.

İlk konuğumuz Ömer Faruk Gergerlioğlu. HDP Kocaeli Milletvekili, insan hakları savunucusu ve tıp doktoru Ömer Faruk Bey.

Efendim hoş geldiniz programımıza.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hoşbulduk efendim.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Bizi kırmadınız, sağolun; davetimizi kabul ettiniz.

Aslında Ömer Faruk Bey’le INSTITUDE’ın kuruluşu kesişiyor. Şöyle ki; biz bir grup eski diplomat olarak geçtiğimiz yıl tam da bu günlerde, bir yıl önce, Ankara Emniyeti’nde maalesef bazı meslektaşlarımızın işkence gördüğü haberini aldık, bununla sarsıldık. Elimizden geldiğince bunu nasıl duyurabiliriz ve bu işkenceler nasıl durur, onun için gayret göstermeye çalıştık; ki Ömer Faruk Bey çoktan konuya müdahil olmuştu. Türkiye'deki tüm insan hakları ihlallerine müdahil olduğu gibi, tüm mağdurların yanında kimliklerini sormadan bulunduğu gibi bizim arkadaşlarımızın da yanında bulunmuştu. Konuyu Türkiye ve dünya gündemine taşıdı ve onun etkisiyle bir süre sonra Ankara Barosu da devreye girdi. Mağdur arkadaşlarımızla, işkence gören arkadaşlarımızla mülakatlar gerçekleştirdi ve ardından bir rapor yayınladı. Ve konunun duyulmasıyla birlikte birkaç gün süren işkenceler durduruldu. Dolasıyıyla biz INSTITUDE’u kuran meslektaşlarımız olarak ve bu mağduriyeti yaşayan geniş meslektaşlar, eski diplomatlar ailesi olarak Ömer Faruk Bey’e çok ciddi bir şükran duyuyoruz, minnet hissediyoruz. Minnettarız efendim. O günkü katkılarınız için tekrar tekrar çok teşekkür ediyorum arkadaşlarım adına.

INSTITUDE’u kısaca tanıttıktan sonra müsaadenizle soruları geçmeden önce Ömer Faruk Bey’in biyografisine çok kısaca değineceğim. İnsan hakları alanını takip eden herkesin yakinen tanıdığı bir insan Ömer Faruk Gergerlioğlu ismi. Sayın Ömer Faruk Gergerlioğlu 1965 yılında Isparta'da dünyaya geldi. Aslen Urfalı bir aileye mensup. Babası veteriner hekimdi. Kendisi tıp doktoru. İnsan hakları konularına aslında aşinalığı çocukluğu döneminden başladı, çünkü kendi  babası da dönemin şartlarında mağduriyetler yaşayan bir insandı. Kendisi onlarca yıldır insan hakları savunuculuğu yapmakta. MAZLUMDER’in Kocaeli Şube Müdürlüğünü yürüttü, ardından MAZLUMDER Genel Başkanlığını yürüttü. Kendisi de bizler gibi aynı kaderi paylaştı, 2017 yılında bir KHK ile kamu görevi sonlandırıldı. Ve 2018 yılında HDP Milletvekili olarak Meclise girdi ve çok aktif bir şekilde insan hakları konusunda faaliyet göstermekte.

Ömer Bey biraz önce değindiğimiz husus; geçtiğimiz yıl tam bugünlerde yaşanan diplomatlara işkence hadisesi… Biz burada, yurtdışındaydık, ancak siz hadiselerin birebir içindeydiniz. O günlerde neler yaşandı, neler oldu ve siz neler hissettiniz? Paylaşırsanız seviniriz.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Tabi. Efendim, işkence bir insanlık suçu. İnsan hakları savunucusu olarak yıllardır işkence ve yaşam hakkı ihlalleri konusunda son derece duyarlıyız. Malum, geçen sene bugünler… Bana akşam üstü gelen bir haber olmuştu. Avukatlar kanalıyla gelmişti ve Ankara Emniyeti’nde işkence olduğu haberi iletilmişti. Ve oldukça önemli iddialar vardı. Gerçekten ağır bir işkence olduğuna dair kuvvetli iddialardı bunlar. Ben olayı teyid ettim, avukatlarla görüştük. Ayrıntılı bir şekilde görüştükten sonra oldukça ciddi bir olayın olduğunu anladım ve bunu gecikmeksizin kamuoyuna deklare etmek gerektiğini düşündüm. O sırada da bir takım önemli işlerim vardı ama her işim bir kenara ayrıldı ve işkence mevzubahisse bunu bir an evvel kamuoyuna duyurmam gerektiğini düşündüm. Ve sosyal medyadan bir paylaşım yaptım, Twitter’dan. Konuyu duyurdum ve afedersiniz makattan cop sokulmasına kadar varan ağır işkenceler olduğunu net bir şekilde ifade ettik. Birçok kişi vardı Ankara Emniyeti’nde, 100 kişiyi aşkındı sanırım. Ve oldukça önemli iddialar vardı. Ve işkencenin dün akşam yapıldığı, bu gece 12'den sonra işkencenin tekrar devam edeceği, özel bir ekip tarafından bu işkencelerin yapıldığı yönünde çok kuvvetli iddialar vardı.

Biz bu iddiaları sosyal medyadan duyurduk. Ve tabi ki çok büyük bir tepki oluştu, binlerce kez retweet aldı. Kamuoyu çok dikkat kesildi, çünkü ağır bir iddia vardı ortada. Ardından beni birçok yerli ve yabancı medya organı aradı ve konu hakkında daha ayrıntılı bilgi almak istedi. İnsan hakları kuruluşları aradı, yerli ve yabancı insan hakları kuruluşları. Ve bildiğim kadarıyla ayrıntılı bilgileri ilettim bu kişilere. Ertesi gün bu iddialar iyice basında da çıkmaya başlayınca Ankara Emniyeti’nden bir açıklama geldi. Ankara Emniyeti hiçbir şey olmadığına dair, herşeyin usule hukuka uygun olduğuna dair bir açıklama yaptı. Fakat bu açıklama kesinlikle tatminkar değildi. Biz yıllardır insan hakları alanında çalışan insan hakları savunucuları olarak bu tür beyanlara alışkınızdır. Bundan sonra Ankara Barosu’ndan 8 kişilik bir avukat heyeti, bir insan hakları heyeti olarak Ankara Emniyeti’ne ani bir ziyaret gerçekleştirdi. Dördü İnsan Hakları Çalışma Komitesi’nden, dördü de Avukat Hakları Çalışma Komitesi’ndendi. Ve Ankara Emniyeti’nde bir gözlem yapmak istediklerini, gözaltındaki kişilerle görüşmek istediklerini söylediler.

Bildiğimiz kadarıyla savcılık ilk başta bir direnç göstermiş, bu ziyarete engel olmak istemiş ama Ankara Barosu ısrarla ciddi iddiaların olduğunu, eğer görüşme gerçekleşmezse daha da ciddileşeceğini söyleyince, gözaltındaki kişilerle görüşmeye izin verilmiş. Görüşülen 6 kişi oldu Ankara Emniyeti’nde, halen gözaltındayken Ankara Barosu avukatları tarafından görüşme gerçekleştirildi. Ve bir rapor oluşturuldu. Bu rapora göre, konuşulan 6 kişi oldu; tabi belki herkes konuşamadı. 6 kişiden 5'i ağır işkence gördüklerini, gözleri kapatılarak karanlık bir odaya götürüldüklerini, çırılçıplak soyulduklarını ve bir takım kötü işkencelerin yapıldığını, hatta copla makatlarına sokulmak suretiyle bir işkence metodunun da yapıldığını belirtmişlerdi. 5 kişi bu ifadede bulunmuştu. Bir diğer kişi ise kendisine bu işkencenin yapılmadığını ama 5 kişinin ifadelerini dinlediğini söylüyordu.

Ankara Barosu bu ifadeleri ayrıntılı bir şekilde zapta geçirdi, raporlaştırdı. Ve Ankara Emniyeti’nde bu soruşturmayı yürüten yetkililer hakkında acilen işten el çektirme ve soruşturma açılma, idari ve adli soruşturma açılması gerektiğini söyledi. Tıbbi muayeneler sırasında İstanbul Protokolü’ne uygun muayeneler yapılmamıştı. Doktorun yanında polisler vardı ve işkence iddiaları zapta geçirilmemişti. Usule, hukuka uyan hiçbir şey yoktu Ankara Barosu’nun raporuna göre. Gerçekten tüyler ürperten bir rapordu. Son derece ciddi bir olaydı. Ve biz bundan sonrasında bir açıklama bekledik İçişleri Bakanlığı’ndan. Çünkü bir önceki gün açıklama yapmamışlardı. Pardon açıklamayı şöyle yapmışlardı. Yani herhangi bir usule ve hukuka uygun olmayan bir durum yoktur şeklinde bir açıklama yapmışlardı. İddialarla ilgili ciddi bir açıklama yoktu burada. Ve Ankara Barosu raporundan sonra da bir açıklama yapılmadı. Ben ardından Ankara Barosu Başkanı Erinç Sağkan’la da bir görüşme yaptım. Bu görüşmeyi canlı yayın şeklinde yaptım. Kendi sosyal medya kanallarımdan, ÖFG TV kanalıyla Periscope, Twitter ve Facebook sayfalarından canlı olarak yayınladım. Baro Başkanı’nın ayrıntılı bir şekilde raporu anlatmasını istedim. Baro Başkanı da raporda yazanları ayrıntılı bir şekilde anlatarak gerçekleri ortaya çıkarmış oldu. Tabii bu arada program da çok büyük ilgi gördü. Benim o zamana kadar yaptığım canlı yayınlarım arasında belki en çok ilgi çeken yayın oldu. Çünkü çok çarpıcı ifadeler, çok çarpıcı iddialar vardı ve çok önemli gerçekleri söylemeye çalışıyordu Baro Başkanı.

Ne olmuştu? Bizim Pazar akşamı söylediğimiz iddialar gerçek çıkmıştı. Ankara Barosu tüm engellemelere karşı raporunu oluşturmuştu. Ve bu rapora istinaden idari ve adli soruşturma istiyordu. Biz şu ana kadar maalesef bir idari soruşturma görmedik. Olayın kapatılmaya çalışıldığını biliyoruz. Defalarca ben bu konunun üstüne gittim. Soru önergeleri verdim, basın toplantılarında sürekli andım. Ama ilk baştaki tavır, ilk günkü Ankara Emniyeti’nin açıklamasında olan tavır hep devam etti. Ve olay örtbas edilmeye çalışıldı. Bu arada baskılar sonucunda ancak Ankara Cumhuriyet Savcılığı'nın bir soruşturma başlattığını öğrenmiş olduk. Şu anda onun akıbetini tam bilmiyorum ne aşamada. Biliyorsunuz Türkiye'de maalesef yargı da iktidara bağımlı bir halde. Bu soruşturmanın başlaması bile önemliydi ama aradan geçen bir yıl sonrasında soruşturmanın sonucu akıbeti netlik, aydınlık kazanmadı maalesef.

Biz konuyu takip ediyoruz yine. Yani sonuçta işkence bir insanlık suçudur ve işkencede bir zaman aşımı yoktur diyoruz. Ve ardından da tabi devam eden olaylar oldu. Türkiye'de maalesef OHAL döneminde işkenceler, insan kaçırma olayları maalesef yoğun bir şekilde yaşandı, ağır bir şekilde yaşandı. Bu olaylar tabi örtbas edilmeye çalışılsa da yerli ve yabancı birçok medya organının gündemine girdi. Birçok medya organı bunu ciddi haberler olarak yaptı. Insan hakları kuruluşları bu konuda raporlar düzenledi, önemli açıklamalar yapıldı. Ve gerçekten çok önemli bir iz bıraktı. Bizim açıklamamızın doğru olduğu, Ankara Barosu’nun çarpıcı raporunun doğru olduğu da tüm baskılara rağmen ortaya çıkmış oldu.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Evet efendim. Dediğiniz gibi konu, yabancı basında da çok yer buldu. Çünkü konu başlı başına çok dikkat çekici bir konu. Bir devletin kendi diplomatlarına işkence eder konuma gelmesi trajik, çok üzücü bir durum. İlk başta insan aklının almadığı bir durum. Maalesef bunu yaşadık. Dolayısıyla hem Avrupa hem Amerika, dünya basınının çok ciddi kuruluşlarında bu haberler yer aldı dediğiniz gibi. Bizde de bu soruşturmanın akıbeti hakkında bilgi yok çünkü genelde bunların üstü örtülmeye çalışılıyor. Çok tepki çekince ancak soruşturma açılıyor ve konunun soğutularak üzerinin örtülmesi gibi bir genel politika olduğunu maalesef çok net görüyoruz.

Şimdi bu belki bizim meslektaşlarımızın yaşadığı bir hadiseydi ama Türkiye'de her geçen gün son derece üzücü hadiseler yaşıyoruz. Bazen elimiz sosyal medyaya giderken tereddüt ediyoruz nasıl bir manzarayla karşılaşacağız diye. Sizin sayfanızı takip ederken birçok defa vicdanımız yaralanıyor maalesef. Mesela son günlerde küçücük bir çocuk, tedavisi için annesine izin verilmedi, haftalarca bekletildi. En sonunda tedavisi gecikti ve sonunda hayatını kaybetti, yüreğimizi burktu. Grup Yorum üyelerinin maalesef aramızdan ayrılması çok üzücü birşeydi. Göz göre göre tüm Türkiye’nin gözü önünde eriyip gittiler adeta. Bunlar gerçekten vicdanlı olan insanlar için çok sarsıcı şeyler. Son yıllarda gelinen bu nokta gerçekten insanın aklının alacağı bir şey değil. Ev hanımları tutuklanıyor, cezaevlerinde 800'ün üzerinde çocuk var, yaşlı, kronik hasta demeden insanlar tutuklanıyor 80 küsür yaşındaki insanlar. İktidarın bu derece insan hakları ihlali yapması, yani bunu nasıl izah ediyorsunuz, toplum zaten korkmuş vaziyette, kutuplaşmış vaziyette. Bu kadar ileri giderek sizce neyi amaçlıyorlar?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Evet, Erdoğan iktidarı ne pahasına olursa olsun, iktidarını devam ettirmeye çalışıyor, gücünü devam ettirmeye çalışıyor. Adaletten her uzaklaştığında eleştiri alıyor. Eleştiri aldığında hırçınlaşıyor ve insanlara zulmetmeye başlıyor. Zulmettiği zaman eleştiriliyor, eleştirildiği zaman daha da hırçınlaşıyor ve daha da zalimce işlere imza atıyor. ülke maalesef heba ediliyor. Ülke her geçen gün demokrasiden hukuktan uzaklaşıyor. Büyük bir medeniyet bakiyesi olan ülkemiz var. Çok önemli bir geçmişi olan topraklarımız var. Her farklı kesimden insanın bir arada yaşadığı topraklarımız var. Bu ülkede bu yönetim bu topraklara, bu insanlara çok büyük kötülükler yapıyor. Bu açık, net bir şekilde ortada.

Evet, bunu Goebbels vari metodlarla gizlemeye çalışıyor. Bir şekilde toplumu ikna etmeye çalışıyor ama bu bir yere kadar gidecektir, varacağı bir yer yoktur. Bir gemileri yakma ve uzatmaları oynama hali vardır. Gemileri nasıl yakmıştır? Benden sonrası tufan diyerek, benden sonrası ne olursa olsun diyerek, şartları zorlayarak, her ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak için her türlü gayrimeşru yolu kullanarak gemileri yakmıştır. Ve benden sonrası tufan demektedir. Bu ülkeye büyük kötülükler yapılmaktadır. Bu ülkenin nitelikli, birikimli insanları OHAL döneminde korkunç bir şekilde heba edilmiştir, imha edilmiştir, soykırıma uğratılmıştır ve bu devam etmektedir.

İktidarını devam ettirmek için her yola başvuran bir iktidar var karşımızda maalesef. Sonuçta her kesime zarar veriyor, farklı her kesime. Kendisini eleştiren en sağdan en sola kadar, en dindarından en ateistine kadar.  Türk’ünden Kürt’üne, Sünni’sinden Alevi’sine kadar her kesime zarar veriyor. Fareli köyün kavalcısı gibi çaldığı kavalıyla peşinde bir topluluk oluşturuyor belki, evet. Bu topluluk belki yavaş yavaş ayılıyor, yavaş yavaş birtakım gerçekleri anlamaya başlıyor. Ama bu çok yavaş oluyor. Bu yavaşlığı kullanarak ve muhalefetin de sesini zorba yöntemlerle susturmaya çalışarak, insanları cezaevlerine doldurarak, işlerinden atarak, ülkelerinden ederek, her türlü işkence ve diğer metodlara başvurarak iktidarını devam ettirmeye çalışan bir yapı var karşımızda.

Dediğim gibi bu en başta bu ülkeye bir zarar. Gerçekten ülkenin A'dan Z'ye herşeyine zarar ve bunun faturasını maalesef şu anda desteklese de desteklemese de toplumun her ferdi, yarın öbür gün ödeyecek maalesef. Bu çok acı bir gerçek. Türkiye şu anda iktidarıyla yaptığı bu zalimce fiillerden dolayı belki yarın öbür gün AİHM’de çok ağır tazminat cezalarına çarptırılacak. Ama bu tüm toplumun cebinden çıkacak. O yüzden toplumun Erdoğan iktidarını destekleyen kesimleri de yarın öbür gün bu hukuksuzluğun nereye varacağını çok iyi bilmeli.

Şu anda çırpındıkça batan, battıkça çırpınan bir iktidar yapısı var karşımızda. Kötü yönetiminden dolayı eleştirileri bana darbe yapılacak şeklinde ifade eden ve bu ifadesini de adeta bir yasaymış gibi gören ve bu çerçevede de insanları hemen darbeci ilan eden, işte hemen gözaltına alan, tutuklayan, özgürlüğünü boğan bir yapı var karşımızda. Beni eleştirmeyin diyen bir yapı var. Çürümüş, kokmuş, yozlaşmış bir yapı var karşımızda. Her kesimden insana zulmediyor. Biraz evvel bahsettiğiniz gibi, küçük Ahmet'e de zulmediyor, müzisyen İbrahim'e de zulmediyor ve toplumun her farklı kesimi bu zulümler karşısında ortak bir vicdan paydasında tepki gösteriyor. Bu son derece normal bir durum. Biz şuna üzülüyoruz. Bu ülkeye yazık ediliyor, bu ülkeye, ülkenin insanlarına yazık ediliyor. Bu ülkenin birikimine yazık ediliyor. Ve bu ülkenin geleceğine yazık ediliyor gerçekten. Demokrasi, hukuk, adalet, özgürlükler alanında çok iyi şeyler yapmak mümkün ama iktidar maalesef bunları düşünmüyor, tek derdi kendi gücünü devam ettirebilmek, iktidarını devam ettirebilmek. Her ne pahasına olursa olsun bunu dayatmak.

Ve dün kendisi ile beraber olup bugün kendisinden ayrılan eski yol arkadaşlarının uyarılarını da dikkate almıyor. Kendisinden ayrılan eski yol arkadaşlarının gerek yumuşak gerek sert uyarıları, farklı partiler kurmaları da onları uyandırmıyor. Maalesef tek bir komutla hareket eden kurşun askerleri görüyoruz AK Parti'ye baktığımız zaman.

Kendi iktidarını devam ettirebilmek için MHP ile bir ittifak kuran ama bu ittifakı da hep birlikte ileride uçurumdan aşağı yuvarlanmalarına vesile olacak bir ittifaka sarılan bir topluluğu görüyoruz. Gerçekten ülkeyi bir koasa götüren bir anlayış var ve biz bütün bunlara rağmen yine demokrasi diyoruz, hukuk diyoruz, eleştirilerimizi de hep bu çerçevede insan hakları eksenli olarak sürdürmeye devam ediyoruz.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Evet efendim, Türkiye'nin mevcut manzarasını, siyasi, toplumsal, hukuki çok güzel bir şekilde özetlediniz. Bu çerçevede söylediğiniz şöyle bir şey vardı. Bu iktidarın yanlışlarının faturasını tüm toplum ödeyecek, destekleyenler olsun, desteklemeyenler olsun. Bahsettiğiniz gibi ekonomik faturası olacak; toplumsal, sosyal faturaları olacak. Toplum çok ciddi şekilde kutuplaştı. Bunun kimseye faydası yok esasında. Bu iktidar gittiğinde böyle kutuplaşmış bir toplum bırakacak ve ülkenin belki normale dönmesi, huzur bulması yıllar alacak. Ama dediğiniz gibi anlaşılan, iktidarını olabildiğince sürdürmek uğrana bunları görmezden geliyorlar belli ki.

Efendim, ben bu konuyla ilgili şunu sormak istiyorum. Siz onlarca yıldır insan hakları savunuculuğu yapıyorsunuz. Bundan yaklaşık 20 yıl önce başörtüsü yasaklarıyla ilgili de ciddi mücadeleleriniz oldu. Ve o zamanın mağdur kesimi şu an iktidarda diyebiliriz kaba bir genelleme ile. Ciddi bir evrim geçirdiler; mazlumdan zalime döndüler. Siz eminim AK Parti yöneticileri ile AKP tabanıyla da irtibatlısınızdır, kişisel gözlemlerinizi merak ediyorum. Bunu kendi içlerinde, vicdanlarında, zihinlerinde nasıl izah ediyorlar? Bu dönüşümü, nasıl kendi vicdanlarına anlatabiliyorlar? Ne düşünüyorlar?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Efendim o zamanlar biz Türkiye'de din ve vicdan özgürlüğüne yönelik ihlallere karşı da önemli bir mücadele sergiliyorduk. Başörtüsü yasakları, din ve vicdan özgürlüğünün önünde, işte imam hatiplere yönelik engellemeler ve dini hayata yönelik baskılar, önemli şekilde gündemimizdeydi. Sadece bizim gündemimizde değil Türkiye’nin gündemi buydu. Uzun süreler başörtüsü çok önemli bir gündem maddesi oldu, çok yoğun bir şekilde tartışıldı. Baskılar son derece ağırdı ve siyaset alanında dindar görünümlü insanların olması istenmiyordu. 28 Şubat’lar yapılıyordu. İnsanlar belediye başkanlığından düşürülüp cezaevlerine atılıyordu ve benzeri birçok hukuksuz hadise, haksız hukuksuz hadise yapılıyordu. Buna biz şiddetle karşı çıkıyorduk. Demokrat kesimler şiddetle karşı çıkıyordu ve bir normalizasyon istiyordu. Kamusal alan diyerek ipe sapa gelmez tanımlarla din ve vicdan özgürlüğü engellenmeye çalışılıyordu ve bunun da bu ülkeye kötülükten başka bir şey olmadığını o zamanlar da söylüyorduk biz. Bakın o zamanlar da bu yapılan bu ülkeye bir kötülüktü. “Bu maya tutmaz, boş yere uğraşıyorsunuz. Bu tür baskılarla din ve vicdan özgürlüğü engellenemez, sizin çırpınışız boşuna. Boşuna zaman kaybı, mesai kaybı ve enerji kaybı” diyorduk bu uygulamaları yapanlara. Haklı çıktık. Nasıl ki şu anda da haklı çıkacağımız gibi.

O günler biz bu alanda mücadele ederken aslında İslami camianın önemli bir kesiminin yine insan hakları ve demokrasi perspektifinden uzak olduğunu görüyorduk. İşin doğrusu çok fazla değişen bir şey yok. O günlerde de insan hakları alanında maalesef doğru bir perspektif yoktu. Zulüm sadece bana yapılıyor, başkasına yapılmıyor, başkasına yapılsa da umurumda değil diyen bir İslami bakış açısı vardı açıkçası. Biz o zamanlar da bu anlayışla mücadele ediyorduk.

Ben başörtüsü eylemleri düzenliyordum. Belki işte 4-5 yıl süren, her hafta Cumartesi günleri süren, Kocaeli'nde “İnanç Özgürlüğü Platformu” adı altında başörtüsü özgürlüğüne yönelik engellemeleri protesto eden basın açıklamaları düzenlemiştik. Biz aslında özellikle İnanç Özgürlüğü Platformu demiştik. Yani sadece başörtüsüne özgürlük değil, başkasının inancına yönelik de bir engelleme varsa, ona da karşıyız anlamında bir perspektif koymuştuk ortaya. Ama İslami kesimin önemli bir kısmı “benim gündemim başörtüsü, bundan başkasının bende bir anlamı yoktur, umurumda da değil, hatta bu baskılar başkasına yapılabilir” anlayışındaydı.

Şimdi, biz o zamanlar da mesela İslami kesime yönelik baskılar yapılırken, başka dini kesimlere yapılan baskıları da eleştiriyorduk. Mesela bir keresinde Kocaeli’nde İzmit Protestan kilisesine yönelik bir saldırı yapılmıştı. Molotof kokteyli, bomba falan atılmıştı Protestan kilisesine. Üç-beş tane cemaati olan bu kiliseye niye bomba atılır, niye saldırılır? Önemli bir soru işaretiydi. Biz bunu duyduğumuz gibi, geçen yıl olan işkence olayında olduğu gibi anında bir açıklama yapmıştık. “Din ve vicdan özgürlüğü herkes içindir, benim başörtüme saldıran el de Protestan kilisesine atılan bomba da benim şiddetle karşı olduğum bir şeydir” diyerek bir açıklama yapmıştık. Hatta o zamanlar insanlar şaşırmıştı. Kimisi “siz hep başörtüsünü savunurdunuz, kiliseyi nasıl oldu savundunuz” diye şaşırmıştı birtakım seküler kesimler. Kimi İslami kesimler de “ya sana ne başörtüsünden başka, oraya buraya bomba atılıyormuş, adamlar hainler onlar, misyonerler, ülkemizi bölmek istiyorlar, onlar ajanlar, şunlar bunlar, hak etmiştir” gibi karşı çıkmıştı bana. Yani herkesi şaşırtmıştık. Böyle bir şey olmuştu. Ama biz doğru bildiğimizi yapmıştık. O dönemler kilisenin pastörü Sayın Wolfgang Hade de yaptıklarımızdan şaşırmıştı, ama çok da sevinmişti. Biz kendisine de “senin dininden olmayabiliriz, ama sana yapılan saldırıda ben hem bir insan hakları savunucusu hem de dindar bir Müslüman olarak buna ilk karşı çıkan olurum ey pastör” demiştim kendisine ve yıllarca da bizim seviyeli diyalogumuz devam etmişti Sayın Hade ile.

Biz o zamanlar da maalesef İslami camiada bu insan hakları perspektifindeki olumsuz hali görüyorduk. Yani yarın öbür gün iktidar olursa kendisinden başka olanlar yönelik anti-demokratik tavırlar sergileyebilecek potansiyeli görüyorduk maalesef. Ben şahsen derneğimde bu konuda çok eğitim çalışmaları yapmışımdır. Her hafta bu konuda eğitim çalışması yapardık. İnsan hakları okulu çalışmaları yapardık. “İnsan hakları herkes içindir arkadaşlar, bakın bunun dini, dili, ırkı, etnisitesi, mezhebi olmaz, gelin bunu anlayalım” çalışmaları yapardık. Tabii maalesef bu topraklarda bu gelenek çok fazla yok. İnsan hakları alanında bir gelenek sıkıntısı var bu topraklarda. Ve hani neden demek istediğimiz çok iyi anlaşılmıyor?

Ve işte bir takım sıkıntılar sonrası, 28 Şubat'lar ve diğer, işte 367 krizleri gibi meselelerden sonra AK Parti iktidarını pekiştirdi. Ve bu pekiştirme sırasında da sürekli demokratik söylemler kullandı. AB’ye gireceğiz dedi, insan hakları, özgürlükler, adalet, şu, bu… Bunu dediği sürece de biz bu söyleme olumlu baktık. Madem böyle bir söylem var, bunun önünü kesen biz olmayalım, çünkü Türkiye'de insan hakları eksikliğinden dolayı çözülmemiş çok sorun var. Kürt meselesi var, Alevi meselesi, Ermeni meselesi, azınlıklar, Sünnilerin ve Alevilerin din ve vicdan özgürlüğü meselesi var, var da var. Eğer ki böyle bir ses yükselmeye başlamışsa, bir takım kaygılardan dolayı bunun önünü biz kesmeyelim diyerek insan hakları alanında ihtiyatlı bir iyimserlikle olayı takip etmişizdir.

Yani ben Mazlumder Kocaeli Şube Başkanlığı ve Genel Başkanlığı dönemimde AK Parti’yi hem eleştirmişimdir, hem de eğer ki attığı olumlu adımlar varsa, demokratikleşme adımları varsa onları da desteklemişimdir. Ama bizi yanıltan maalesef gerçek yüzleri oldu ve Erdoğan iktidarını pekiştirdikçe bu söylemlerden uzaklaşmaya başladı. Hem bizim gibi Müslüman insan hakları savunucularını yanılttı, hem de farklı kesimden demokrat, insan hakları ve demokrasi yanlılarını yanılttı. Onlar da belli bir müddet kendisine destek vermişti. Çünkü hani bir takım söylemlerde bulunuyordu. Sol camiadan da gelse, Türkiye'nin demokratikleşmesine hizmet eden hususlara bu camialar destek veriyordu, çözüm sürecine destek veriyordu, akil heyetler içinde yer alıyorlardı. Biz de çözüm sürecini desteklemiştik. Türkiye'de Kürt meselesini çözecek bir adım atılmışsa, engel, köstek değil destek olalım diyorduk ve bunları hep desteklemiştik. Ama Erdoğan güçlendikçe bu tür söylemlerden uzaklaştı ve gerçek yüzüne dönmeye başladı. Dün eleştirdiği şeyleri bugün yapmaya başladı. Dün, dünkü, 20 yıl önceki, 25 yıl önceki mitinglerde, basın toplantılarında söylediği cümleleri şu anda izliyoruz. Şu an yaptıklarının tam tersi ifadeler var orada.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Efendim, araya girebilir miyim müsaadenizle? Dediğiniz gibi, Erdoğan popülist bir siyasi lider olarak bu söylemleri belli bir dönem kullandı ve kendi ifadesiyle demokrasi trenine bindi ve hedefe ulaşınca indi. Ama bunu AKP’nin tabanı acaba kendi vicdanında nasıl izah edebiliyor, telif edebiliyor? Bunu anlamak gerçekten oldukça güç.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Maalesef az evvel dediğim gibi, bunun potansiyellerini ben 20 yıl öncesinde görüyordum. Hani biz başörtüsü eylemlerini yaparken, yanımızdaki insanların çoğunun böyle insan haklarına uzak bir perspektifi olduğunu görüyorduk. Hani oraya gelmiş, başörtüsü özgürlüğü için gelmiş, ama başkasının özgürlüğü onun hiç gündeminde değil. Ve yahut da kendisine muhalif olana yönelik yapılacak her türlü gayri ahlaki, gayri hukuki işlemden rahatsız olmayacak bir yapıda.

Bakın, sorunun temelleri oralardan. Yarın öbür gün güç sahibi olduğu zaman da dünkü tüm insan hakları, adalet, özgürlük, demokrasi, anayasa talebi ve benzeri söylemlerini unutabileceği apaçık ortada olan bir anlayıştı. Ve öyle de oldu.

Dünkü söylemlerde kalmak isteyenler yanından ayrıldı Erdoğan'ın. Ama o genel topluluk, toplumun genel yapısı, yani insan hakları perspektifinden uzak, belli bir kutbu destekleyen, belli bir görüşü fanatik futbol takımı gibi destekleyen kesim onun arkasında durmaya devam etti. Bu aslında biraz da İslamcılık akımının yapısında olan bir anlayıştı. Çünkü İslamcılık da biraz böyle dini bir milliyetçilikti. Ve ‘Hani benim dinimden olmayanın canı yansın. Benim anlayışımdan olmayana yapılan her haksızlık meşrudur, mübahtır.’ gibi bir perspektif. Yeter ki biz zaferi kazanalım. Yeter ki biz iktidarı kazanalım gibi bir ideal vardı ortada. Bu anlayış da maalesef kendinden olmayanı ezmeye yönelik bir sonucu beraberinde getirdi. Şu anda büyük bir hayal kırıklığı tabii ki! Dün, bu özgürlük perspektifinden hareketle AK Parti’yi destekleyenler için çok büyük bir hayal kırıklığı. Gerçek bir hukuk anlayışı açısından çok  büyük bir hayal kırıklığı, çünkü tamamen hukuktan ve demokrasiden uzak bir yönetim anlayışı içindeyiz şu anda. Türkiye inanılmaz bir şekilde her geçen gün daha da kötüye gidiyor. Bu da olmaz dediğimiz her şey yapılıyor. Ve anlaşılan o ki yapılmaya devam edecek. Sonuçta, 2020 yılında geldiğimiz nokta itibariyle hem iktidar hem de onu destekleyen kesimler (kendisini dine ve milliyetçiliğe referans yaparak tanımlayan gruplar bunlar) için çok büyük bir hayal kırıklığı bu son tablo.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Sizin de ifade ettiğiniz gibi iktidarın bu zulüm ve baskı politikalarından toplumun çok büyük bir kesimi etkileniyor. Şu an bu zulmü belki en çok hissedenin Kürtler, cemaat ve Aleviler olduğunu söyleyebiliriz. Daha geniş bir perspektifle tüm muhalif kesimlerin bu baskıyı hissettiğini görüyoruz. Yaşam tarzlarına müdahale edilmesinin yanı sıra bu kesimler  görüşlerini ifade edemiyorlar, ifade özgürlüğü ortadan kalktı ve dahası yargı bağımsız değil.

Bu noktada Kürtlerin yaşadıklarına da değinmek istiyorum. Kürt vatandaşlar Türkiye'de yıllardır maalesef baskı altında. Son yıllarda genel otoriterleşme çerçevesinde bu baskının daha da arttığını görüyoruz. Özellikle son birkaç yılda zihinlerde yer edecek manzaralar oluştu: Annelerin cesetlerinin sokak ortasında günlerce bekletilmesi, annelerin kendi çocuklarının cesetlerini buzdolaplarında saklamak zorunda kalması ve hayatını kaybedenlerin cesetlerinin araçların arkasında sürüklenmesi gibi. Bunlar çok olumsuz hadiselerdi.

Geçtiğimiz bir kaç yılda, dış politika ve Suriye bağlamında Kürtlerin yaşadığı bölgelere yapılan askeri operasyonlar Kürt vatandaşlarımızda belli bir hassasiyet oluşturdu. Böyle hassas bir dönemden geçilirken, daha dikkatli olmak yerine tam tersi çok hoyratça davranıldı. Kürt belediyelere kayyımlar atandı. Her fırsatta sandığın kutsallığından, halkın iradesinden dem vuran hükümet halkın iradesine hiçbir şekilde saygı duymadı. Neredeyse tüm HDP’li Belediye Başkanlarının yerine kayyımlar görevlendirildi. Bu kadar sinir uçlarına dokunacak şekilde hareket ederek hükümet neyi hedefliyor? Siz de bir HDP milletvekilisiniz. Bu konuları çok yakından takip ediyorsunuz. Hükümetin amacı nedir? Diğer yandan, tüm bu yaşananların Kürt vatandaşlarımızda duygusal bir kopuşa neden olduğu sıklıkla söyleniyor, bu konuyu siz nasıl yorumluyorsunuz?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Bir insan hakları savunucusunun Türkiye'de Kürt sorununu görmemesi mümkün değil. Ben aslen Türk’üm, ama Türkiye'yi yıllardır insan hakları perspektifinden değerlendirdigim için Kürt meselesini çok önemli bir insan hakları sorunu olarak gördüm. Her zaman görmeye de devam edeceğim, çünkü şu an çözümsüz durumda. Niye çözümsüz, çünkü devlet çözmek istemiyor ve kendi anlayaşını devam ettirmek istiyor. Buna karşın bu 100 yıl önceki anlayış gerçeklikle, normaliteyle bağdaşmıyor. Bu durumu görmek istemeyen bir iktidar ve devlet yapısı var. Kürt meselesi 100 yıl önce de masadaydı ve o günkü iktidar bunu kendi aklınca çözmüştü, fakat bunun uzun süre mevcut şekliyle gitmeyeceği de belliydi. Aradan geçen 100 yıl sonra karşımızda duran devasa bir Kürt sorunu var. On binlerce insan ölmüş, Kürt camiası son derece huzursuz ve belki bu mesele çözülmezse Türküyle Kürdüyle her kesimden insan acı çekecek, ölecek, yaralanacak, kaybedecek ve bu böyle devam edecek.

Aslında yapılması gereken zor değil. Kürtlere birinci sınıf vatandaş olduklarını hatırlatmak, en temel insan haklarını geri vermek, özür dilemek ve yeniden bir Türkiye oluşturmak… Farklılıkların bir arada var olabildiği yeni bir Türkiye’yi oluşturmak çok zor değil. Çok açık söylüyorum ki yeni bir anlayışın inşası zor değil. İnsan hakları savunucusu olan her kesimden insan Kürt meselesine duyarlı olur. Kendisi de bir Türk olan İsmail Beşikci Hoca akademik çalışmalarını yaparken Kürt meselesini sahada görmüş, bu uğurda cezaevinde yatma pahasına konuyla ilgili çok önemli eserler yazmış ve çözüm yolları sunmaya çalışmış. Kürt meselesine duyarlı olmak için Kürt olmaya gerek yok. Ermeni meselesine duyarlı olmak için Ermeni olmaya gerek yok. Alevi meselesine duyarlı olmak için Alevi olmaya gerek yok. Sünni dindarların çektiği sıkıntılara duyarlı olmak için Sünni dindar olmaya gerek yok. Gerçekten insan haklarına duyarlı bir insan olmanız tüm bu meselelere duyarlı olmanızı gerektiriyor. Olaylara bu anlayışla bakmak lazım.

Yapılan baskılardan dolayı Kürtler şu anda son derece mutsuz. Kürtlerin büyük bir bölümü için böyle. Kendi kökenlerini unutmuş, kendi halkının sorunlarına duyarsız olanlar ile mevcut imkanlardan nemalanmaya çalışanlar için sorun olmayabilir. Onlar güzel bir şekilde yaşamaya devam ediyorlar, para kazanıyorlar, makam mevki sahibi oluyorlar belki, ama işin aslı öyle değil. Kürt camiasının büyük bir bölümünün bildiği üzere, bilimsel anlamda ve insan hakları bağlamında apaçık ortada ki bu ülkenin dev bir Kürt sorunu var. Hatta bu mesele insan hakları açısından en önemli sorun. Bizler insan hakları savunucuları olarak zaten yıllardır Türkiye'nin en önemli insan hakları sorunlarının din ve vicdan özgürlüğü alanındaki sorunlar ile Kürt meselesi olarak görüyoruz. Bu çerçevede, ben yıllardır Kürt meselesi konusunda çok şeyler söyledim ve yazdım. İşimden (bir KHK ile) ihraç edilmemin en önemli gerekçesi de buydu. Kürt meselesine adil ve eşitlikçi bir çözüm bulunması gerektiğini ısrarla söylediğim için, çözüm süreci biterken söylediklerimizi sonraki süreçte de değiştirmeden söylemeye devam ettiğimiz için ben de cezalandırıldım ve işimden ihraç edildim. Kader bizi buralara kadar getirdi, sonrasında ne olacağını da bilmiyorum. Doğru bildiğimi söylemeye çalışıyorum.

Kürt meselesinde gelinen nokta gerçekten çok vahim. Ortada dev bir sorun var. Bir siyasi parti bu sorunu çözmek için (çoğunluğu Kürtlerden olmakla beraber, farklı demokrat kesimlerden gelen destekle beraber) 6 milyon kişinin oyunu aldı. Bu siyasi parti dev bir yara haline gelmiş Kürt sorunu çözmek için TBMM’de ve sahada uğraşıyor. Alternatifler getiriyor, ihlallere vurgu yapıyor, demokratikleşme adımları öneriyor, ama şiddetli bir şekilde kriminalize ediliyor ve terörize ediliyor. Demokratik seçimlerde başarı sağlayarak TBMM’ye seçilen milletvekilleri cezaevine atılıyor. Milyonlarca kişiden oy alan parti Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş hukuksuz bir şekilde yıllardır cezaevinde tutuluyor. Tüm dünya bunu çok iyi biliyor. Diğer birçok aydına yapıldığı gibi hukuksuzluğun zirvesi yapılıyor. Belediye Başkanlığı kazandığı zaman önceki seçimlerde olduğu gibi bu seçimlerde de tüm belediye başkanlıklarına kayyım atanmaya çalışılıyor ve bu esnada Anayasa çiğneniyor. Bu çok vahim! Neden? Çünkü bu ülkede anayasal haklar özgürlükler çiğnendiği için Kürt meselesi ortaya çıktı. Anayasada da Kürt meselesindeki ihlalleri hızlandırıcı maddeler ihdas edildi ve bunların değiştirilmesi bile düşünülmedi. Yeni demokratik bir anayasa teklifi sunuldu, gelin meseleleri çatışarak değil kanla gözyaşıyla değil yeni bir anayasa ile çözelim tekliflerine de kulak tıkadılar ve sonuçta bu düzeltilmeyen Anayasa’yı da aşarak daha fena şeyler yaptılar. Kayyım atamalarında biliyorsunuz Anayasanın 127. maddesi Belediyelerde belediye başkanları sırf görevleriyle ilgili suçlardan dolayı görevden alınabilirken, işte yüzbinlerce kişinin katliamına neden olan KHK’larla oluşturulan kayyım yönetmeliği ile de maalesef anayasa çiğnenerek kayyımlar atandı. Bu Belediye Başkanları herhangi bir soruşturma gerekçe gösterilerek görevden alındı ve kayyımlar rahat bir şekilde atandı. Belediye meclis üyeleri devreden çıkarıldı. Böyle tabiri caizse haydutça bir rejim kuruldu. Halkın iradesi gasp edildi. Kürt meselesi çözülmek yerine daha da kötüleştirilmeye çalışıldı.

Bakın her alanda insanlara yaptıkları kötülüğü Kürt meselesi alanında da yapmaya devam ettiler. Kürt meselesini oturup demokratik bir şekilde masada konuşma seçeneğine karşın, bir balyoz-tokmak siyaseti tercih ettiler ve çökertme siyaseti tercih ettiler. Milyonlarca kişinin oyuyla seçilen insanları terörist ilan ettiler. Tamamen ayrımcı muameleler yaptılar. Belediye başkanlıklarına kayyım atayarak da yönetimde herhangi bir rol vermeyeceklerini söylediler. Tabii bunlar diğer eleştirdiğimiz hususlar da olduğu gibi iktidarın bu ülkeye yaptığı başka kötülükler grubunda. Hiç bir faydası olmayacak, hiçbir netice vermeyecek meseleler bunlar. Türkiye'de silahlı çatışmalar devam ediyor. Türküyle Kürdüyle insanlarımız ölüyor, hepimizin içi yanıyor. Hiçbirimiz için doğru olan şeyler değil bu. Hepimiz de biliyoruz ki, bunlarla çözülecek hiçbir şey yok. Ama ortada bir meseleden kaynaklı bir kavga var. Ortada derinlerde bir mesele var ve bu meselenin adil bir şekilde çözülmesi lazım, bu meselenin silahla çözülmemesi lazım, bu meselenin masada çözülmesi, çözüm zorlayarak halledilmesi gerekiyor ama işte bu tür yollara başvurulmayarak. Efendim işte, kayyım atamalar, partiye yönelik saldırılar, parti kapatma girişimleri ve benzeri yollarla bir yol aranmaya çalışılıyor. Bunlar gerçekten sonuç alınacak hususlar değil, ülkeye sadece zaman kaybettirecek, 3-5 yıl daha kaybettirecek, tekrar Kürt meselesi daha da büyükleşmiş olarak gelecek. Bu arada ne oluyor, tabii Kürt toplumu her geçen gün umudunu kaybediyor.

Çözüm süreci sırasında ne kadar yıllarca önemli sorunlar olsa da, Kürtler %90-95 oranlarında, belki yüzde yüze varacak oranlarda çözüm sürecine destek vermis, büyük bir sevinçle karşılamışlardı ve ellerinden gelen her türlü desteği vermeye çalışmışlardı ve çözüm sürecinin bitmemesi gerektiğini söylemişlerdi. Kürtler ve Türkler arasındaki destek oranlarına bakıldığında Kürtlerin çok büyük bir destek verdiğini, bu ülkeden kopmak istemediklerini, bu topraklar içinde demokratik bir çözüm aradıklarını net bir şekilde beyan ettiklerini biliyoruz. Ama işte bütün bu iyi niyete rağmen yine eskiye dönüldü. Dünü unutan Kürtlere tekrar zulümler yapıldı. Anneler sokak ortasında vuruldu, cesetleri günlerce yerden kaldırılamadı, cesetleri buzlukta saklanan çocuklar oldu, kucakta vurulan çocuklar oldu ve büyük mağduriyetler yaşadı Kürt halkı. Şehirler yıkıldı, perişan edildi insanlar, zamanında köyleri yakılan insanların şehirleri viraneye çevrildi ve çözümün konuşarak değil silahla olacağı söylendi. Aslında herkes konuşmaya vardı, ama maalesef baskı ve otoriterleşme yolunu seçen Erdoğan her konuda olduğu gibi bu konuda da baskı ve zorbalık yolunu seçmişti. Ve sonuçta geldiğimiz yer Süleyman Soylu gibi birisinin İçişleri Bakanı olduğu bir Türkiye. Her geçen gün Kürt meselesi hakkında daha da umutları, hayalleri kıran bir Türkiye gerçeği ve gerçekten gittikçe kötüleşmiş bir son hal.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Maalesef Efendim tam tarif ettiğiniz gibi Türkiye'nin en büyük sorunu çözülmek yerine giderek geleceğe daha büyük bir problem yumağı olarak altı daha da harlanan bir ateş gibi, şu an maalesef daha kötüye doğru gidiyoruz. Ben bu insan hakları ihlalleri konusunun farklı bir boyutuna değinmek istiyorum. Şimdi iktidarın belli ki bir iradesi var, bu ihlalleri devam ettirmek istiyor, otoriterleşiyor. Ama bunları uygulayabilmesi için elbette ki bürokrasiye ihtiyacı var. Bu talimatları uygulayan bürokrasi. Yargı mensupları, sivil bürokrasi, güvenlik bürokrasisi… Bildiğiniz gibi konusu suç teşkil eden bir emri yerine getirmek de suçtur ve o emri yerine getiren ben memurdum deyip işin içinden sıyrılamaz. Dolayısıyla şimdi bu talimatarı yerine getiren memurlar, bürokratlar, yargı mensupları kendi geleceklerini de aslında tehlikeye atıyorlar. Siz onlarla eminim mesainiz sırasında muhatap oluyorsunuzdur. Onların hissiyatı nasıl? Çok merak ettiğim hususlardan bir tanesidir.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Şimdi biz sahada bu tür zulümleri uygulamakla memur emniyet görevlileriyle karşılaşıyoruz. Onlara inanın ki sürekli “bakın yarın öbür gün iktidar değişir, bu yaptığınız baskı ve hukuksuzluklardan dolayı yargılanırsınız, kanunsuz emri dinlemeyin, bu suçtur” diye uyarılarda bulunuyoruz. Ama onların bizi dinlemediğini görüyoruz. Bugünkü iktidar sanki ilaniyahe devam edecekmiş gibi düşündüklerini görüyoruz. Hatta biz onlara “bakın yarın öbür gün yargılanırsınız, boş yere başkası için yargı makamlarına gidersiniz, bunu unutmayın” diyoruz. Bütün bunlara rağmen aynı anlayışla devam ediyorlar. Bu tabii çok üzücü. Çünkü hukuktan ayrılmamaları gerekiyor. Devletin polisi, yargıcı olmaları gerekiyor. Onlar ama maalesef bir partinin polisi, yargıcı, bürokratı gibi davranmayı tercih ediyorlar. Bu çok üzücü gerçekten, çünkü ortada hukuk devleti kalmıyor. Ortada bırakın hukuk devletini, devlet kalmıyor. Devlet diye bir mefhum kalmıyor. Tamamen bir parti anlayışı, devletleşmiş bir parti anlayışı, işte partinin görevlileri, tek parti anlayışının devam ettirilmesini çok net bir şekilde görüyoruz, ki bunu yapanlar düne kadar CHP döneminin tek parti dönemini 1930'lardaki parti devleti dönemlerini eleştiren insanlar, şu anda dün eleştirdiklerinin daha fazlasını kendileri yapıyorlar. Hiç yüzleri kızarmadan bunu yapıyorlar. Ve memurlarına da bunları yaptırmaya çalışıyorlar.

Biz onların valilerine, kaymakamlarına, emniyet müdürlerine hep hatırlatıyoruz. Yarın öbür gün hukuk geri gelir diyoruz bakın. Yarın öbür gün hukuk geri gelir ve bu yaptıklarınıza pişman olursunuz ve mutlaka da bu ülkeye hukuk geri gelecektir. Ben buna tüm kalbimle inanıyorum. Ne kadar olumsuz kara bir tablo olsa da, mutlak surette su yolunu bulacaktır ve mutlaka bu ülkeye hukuk gelecektir. Biz bu ülkenin aydınları siyasetçileri olarak bunu mutlak surette başaracağız, geri adım atmayacağız. Bu ülke bu zorlukları yaşadıktan sonra mutlaka hukuka geri dönecektir. Çünkü dünyanın gidişatı bu yöndedir. Buradan geriye çeviremezsiniz. Ne kadar kötülükler hakim olursa olsun, mutlak surette hukuka gidişi bütün bu imtihanlardan zorluklardan acılardan kederlerden hüzünlerden sonra hep birlikte sağlayacağız. “İşte o günler geri geldiği zaman, hukuk geri geldiği zaman bu yaptıklarınızdan dolayı yargılanacaksınız” diyoruz. Ben bunu Meclis’te AKP milletvekillerine de söyledim hatırlarsanız. Hani son infaz yasası görüşmelerinde, “bakın kendisinden başka görüşü olanları terörist ilan eden yasalarla yarın bir gün siz yargılanırsınız” dedim.

“Bakın demokrasiden, hukuktan uzaklaşmanın bir kurtuluş yolu olduğunu sanmayın, bumerang gibi gelir sizi yakalar, sizi yargılar bu yasalar, bin pişman olursunuz” dedik. Ama onlar dinemiyorlar, bir figüran gibi kendilerini hissediyorlar. Emir komuta zinciri içinde hareket ediyorlar. Saray emrediyor şak diye yapıyorlar ve hiç düşünmeden akıl etmeden vicdanları sızlamadan diğer bürokratlar gibi iktidar vekilleri de maalesef milleti umursamadan kararlara imza atabiliyorlar. Bunlar tabi çok üzücü hususlar. Biz hatırlatıyoruz, vicdanı sızlayan olursa diye hatırlatıyoruz. Eğer ki insanlar vicdanlarını bir köşede sıkıştırıp katletmişlerse boğmuşlarsa yapacak bir şey yok, ama biz zerre kadar umuda bile hitap etmeye çalışıyoruz.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Şimdi biraz önce infaz yasası sırasında Mecliste yapılan görüşmelerden bahsettiniz. İktidarın bir iradesi var, otoriterleşme yönünde, bunun karşısında muhalefetin mücadele etmesi lazım, sadece siyasi partiler anlamında değil, belki sivil toplum örgütleri, toplumun farklı kesimleri mücadele etmeleri lazım. İnfaz yasası görüşmelerinde şöyle bir tablo vardı, kabul edildiğinde bu konuda beklentisi olan insanlarda ciddi hayal kırıklığı yaratan, işte iktidar mensuplarının bunu bir zafer gibi kutlayışı, öbür tarafta Genel Kurul’daki oylama sırasında muhalefet milletvekillerinin birçoğunun yer almayışı. Bu bir hayal kırıklığı yarattı. “Acaba gerektiği kadar insan haklarına sahip çıkılmıyor mu muhalefet milletvekilleri tarafından” diye düşünceler oluştu.  Tabi açıklamalar da geldi. Belki herkes olsa bile değişmeyecekti sonuç, ama öyle bir düşünce oluştu. Hem siyasi partiler olarak hem de toplumun genel kesimi, sivil toplum kuruluşları bu gidişatla, bu süreçle mücadele anlamında sizce yeteri kadar aktif mi?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Evet tabi şimdi infaz yasası çok beklenen bir yasaydı, uzun süredir bekleniyordu, büyük beklenti vardı. En az bir yıldır raftaydı, indirilmiyordu ve cezaevindeki insanlar, mahpus yakınları cezaevine girme ihtimali olan insanlar için son derece önemli bir yasaydı, çünkü hayatlarıyla ilgili bir yasaydı. Düşünce insanları için son derece önemliydi. Çünkü düşüncelerinden dolayı cezalandırılma ihtimalleri ne olacak, bu çok önemliydi. Ama maalesef arzuladığımız gibi bitmedi, iktidarın arzuladığı gibi bitti ve bu şekilde devam etti. Şimdi gerek Komisyon görüşmelerinde, gerek Genel Kurul görüşmelerinde, ben kendi partim adına söyleyeyim, biz gerçekten çok önemsedik. Komisyonda iki HDP milletvekili olması gerekirken biz dokuz vekille on sekiz saat boyunca oradaydık, bu diğer parti oranlarına göre en yüksek olan sayıydı. Genel Kurul’da da belli bir oranı sürekli yedi gün boyunca koruduk, ama hani artık bir değişim olmayınca, oylama sonucunda da muhalefet partileri olarak bizim sayımızda bir değişim şansımız olmayacağı için, sonuca oylama günündeki sayı olumsuz bir şekilde yansıdı. Bu konuda da önemli tepkiler oldu ama çok da haksızlık yapılmaması gerektiğini düşünüyorum.

Bizim açımızdan hakikaten Komisyon ve Genel Kurul görüşmeleri sırasında çok önemli bir gayret gösterildi. Maddeleri üzerinde konuşmak isteyen AKP ve MHP’ye göre HDP her maddede konuşmaya çalıştı ve çok geniş bir özgürlük perspektifi sunmaya çalıştı. Yaşam hakkı dolayısıyla herkes için bir tahliyeyi önerdi. Riskli gruplardan başlamak üzere tutuklu mahpusların serbest bırakılması ve mahkumlar için de infaz erteleme önerdi, yaşam hakkının çok önemli olduğunu söyledi yoğun bir şekilde. Biz bu konuda yoğun bir uğraşı içinde olduk ama CHP bu noktada gereken hassasiyeti yeterince bence de göstermedi. İYİ Parti zaten güya muhalefet partisi gibi görünerek iktidarı destekliyordu. İş olsun diye bir karşıtlık sergiliyordu. Yoksa İYİ parti infaz yasasının ana unsurlarını destekleyen bir yapıdaydı. Yani bu konuda en ısrarlı davranan parti HDP oldu. Sonuçta maalesef AKP ve MHP’nin yoğun bir katılımıyla oylama yapıldı ve sekiz gün boyunca değişmeyen tablo oylamada da değişmedi.

Büyük bir beklenti vardı. Biz önemli bir gayret gösterdik. Ben elimden geldiğince birçok konuşma yaptım. Bildiklerimizi söylemeye çalıştık. Yasanın Anayasa’ya hukuka aykırı olduğunu çeşitli örneklerle anlatmaya çalıştık Genel Kurul’da ve Komisyon’da yoğun bir şekilde. Partideki arkadaşlarımız da hakeza yoğun bir gayret sarf ettiler ama maalesef emir Saray’dan gelmişti. İşte Ahmet Altan’ları, Osman Kavala’ları, mazlum-mağdur anneleri, çocuklu anneleri, hastaları, yaşlıları terörist ilan edilen işinden ihraç edilmiş insanların mağduriyetlerini elimizden geldiği kadarıyla anlatmamıza rağmen, maalesef acımasızlık ve vicdansızlık hakimdi. AK Partili vekillerin herhangi bir düşünme şansı yoktu çünkü emir Saray’dan gelmişti ve uygulanmak zorundaydı.  Zaten onlarda herhangi bir vicdan kırıntısı kalsaydı şu ana kadar Ak Parti’de kalmazlardı. MHP zaten Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde kesin bir tavır içinde bulunarak, hem sorumluluğu üstüne almıyordu, hem de tüm dayatmaları yapmayı çok rahat bir şekilde yapmayı başarıyordu. Böylece kendisi için çok rahat bir pozisyonu elde etmiş oluyordu. Eleştirilerin çoğu AK Parti’ye gidiyordu ama buradan elde edilen faydanın çoğu MHP’nin hanesine yazılıyordu.

Sonuçta Saray’ın emri ile bu yasa evet geçti. Cumhurbaşkanı onadı, Resmi Gazetede yayınlandı ama Anayasa Mahkemesi’nde şu an her şey bitmiş değil. Anayasa Mahkemesi’nde bir şans olabilir, hepten umutsuz değiliz. Evet Anayasa Mahkemesi’nin iktidara ne kadar bağımlı olabileceğini hep biliyoruz. OHAL KHK’larını iptal etmediğini iyi biliyoruz. Anayasa’ya aykırı KHK’lar karşısındaki ‘banane’ci tavrını gayet iyi biliyoruz. Bütün bunlara rağmen ortada eğer bir Anayasa varsa ve bir Anayasa Mahkemesi varsa, bu yasanın iptal edilmesini ve adil eşitlikçi bir yasanın olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir beklenti içindeyiz, sonuna kadar da bekleyeceğiz, sonuna kadar da baskımızı devam ettireceğiz. Biz hem siyaseten hem de her türlü sosyal medya kanalıyla bu baskılarımızı devam ettiriyoruz susmuyoruz, durmuyoruz. Parti olarak da her kanalda gayret ediyoruz. Bilhassa inanın ki HDP bu noktada çok büyük bir gayret sarfediyor. Şu anda partisel çalışamalarda çok önemli bir eksen noktası. Sosyal medya çalışmalarında partim bu konuda büyük bir gayret sarfediyor. Herkes için adalet ve eşitlik talep eden bir anlayışla, Anayasa Mahkemesi’nce bu yasanın iptal edilmesini ve (kapsamının) genişletilmesi gerektiğini, çekilen bunca zulmün artık bitmesi gerektiğini herkes için söylüyor. Umarız artık Anayasa Mahkemesi’nden adil bir karar çıkar. Bir beklenti içindeyiz; herkesin olduğu gibi.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Evet efendim, şimdi tam da şu konuya değindiniz. OHAL KHK’ları ve Anayasa Mahkemesi. CHP ana muhalefet partisi olarak OHAL KHK’larını Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Ancak esastan değil şeklen taşıdı, şeklen itiraz etti ve Anayasa Mahkemesi bu itirazı kabul etmedi. Ama esastan bir itirazda bulunmadı. Şöyle yorumlar yapılıyor: Acaba CHP bu KHK’ların iptalini aslında istemiyor mu? Bu bir devlet politikası mı? CHP’nin de içinde olduğu bir devlet politikası mı? OHAL KHK’larının icrasının, geçerliliğinin devamı mı arzu ediliyor? Sizin düşünceniz nedir?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Evet şimdi tabi darbe girişimi sonrasında şeytanlaştırılan birçok kesim olması dolayısıyla önemli sıkıntılar yaşandı. Ve insanlar hukuktan uzaklaşmanın mazeretini buldular. CHP de bu noktada çok samimi davranmadı işin doğrusu onu da biliyoruz. Ve Anayasa Mahkemesi de zaten tamamen siyasallaşmış durumdaydı ve kararını verdi. Aslında şu anda biliyorsunuz KHK’lar yasalaştı. Ama halen mahkeme kanalıyla eğer ki cesur hakimler varsa, bu yasaların iptali yönünde Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilir. Ve olması da lazım. Yarın öbür gün bu KHK’ların tümüyle iptal edilmesi gerekir. Bunun başarılması lazım. Biz bu konuda, şu anda hani yasalaştıktan sonra, CHP’nin Anayasa Mahkemesi başvurusu oldu mu tam net hatırlamıyorum, ama yolların bitmediğini düşünüyorum. Mahkemeler kanalıyla da bu yollara başvurulabilir diye düşünüyorum.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Evet efendim, insan hakları alanında son günlerde gündeme getirdiğiniz belki en acil konu şu: İnfaz yasası çerçevesinde bu konuda çok gayret gösterilmişti ama hükümetin tavrı nedeniyle bu yasa beklendiği şekliyle çıkmadı. Birçok mahpusun cezaevlerinde yaşam hakkı tehlike altında. Koronavirüsü nedeniyle insanların hayatları tehlike altında. Ve bu konuda ciddi bir adım atıldığını da görmüyoruz. Bir süre korona vakaları gizlendi, cezaevlerindeki vakalar. Sosyal medyada çok ürkütücü şeyler duyuyoruz. Örneğin, çok ciddi vakanın olduğu, gerekli sağlık hizmeti alınmadığı yönünde. Bu konuda son durum nedir, özetleyebilir misiniz?

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu:. Cezaevlerini yakında takip ediyoruz. Ve cezaevlerindeki durumun vahametinin de farkındayız. Cezaevlerinde şu anda ayrımcı bir yasadan sonra önemli bir hayal kırıklığı oluşmuş durumda. Ve yine korona salgını dolayısıyla da büyük bir tedirginlik yaşanıyor şu anda. Çok büyük bir tedirginlik var. Bana ulaşan mahpus yakınları bu tedirginliği hep söylüyorlar. Mahpuslar gönderdikleri mektuplarda çok büyük bir tedirginlikle şartlarını anlatıyorlar. Ve birçok cezaevinden korona haberleri alıyoruz. Ve devam ediyor.

Mart’ın 11’inde ilk vakalar açıklanmaya başlandı biliyorsunuz Türkiye’de. Ve biz o zamandan itibaren, Türkiye’de cezaevlerinde sorunların çok olduğunu ve acilen tahliyelerin olması gerektiğini hep söyledik ve infaz yasasının gündeme gelmesini söyledik. Bunu ilk söyleyen ben oldum Türkiye’de. Acilen bu konunun gündeme gelmesi gerektiğini söyledik. Ve 20-25 gün sonra iktidar yasayı gündeme getirdi. Ve yasa adil, eşit olmayan bir şekilde çıktı. Cezaevlerinde şu anda 90 bin kişinin çıkmasından sonra 210 bin kişi çok büyük bir sıkıntıyla yaşıyor. Çünkü korona salgını devam ediyor. Açık ve kapalı görüşlerin iptal edilmesine rağmen devam ediyor. İnfaz koruma memurlarının karantinada olmasına rağmen devam ediyor. Ki bunu uzun süre devam ettirmek mümkün değil. 30 Mayıs’a kadar açık ve kapalı görüş (-lerin iptali) uzatıldı. Ama sonrasında ne olacak? İnsanlar burada kalabalık koğuşlarda son derece sıkıntılı bir halde, infaz yasasıyla açık cezaevlerinin boşaltılmasından dolayı açık cezaevlerinde yemek yapmayla ilgili sorunların olmasından dolayı yemek sıkıntısı yaşayarak, hijyenden uzak bir şekilde korona ile mücadele ediyorlar. Bu tabi çok önemli sıkıntılara yol açıyor. Ve tedirginlik had safhada,

Bakanlık bu konuda gereken açıklamaları yapmıyor. Bakanlık gizlemeyle meşgul. Adalet Bakanlığı baştan beri çok önemli bir gizleme faaliyeti yapıyor. Bizim ortaya çıkardığımız vakalar için bize soruşturmalar açıyor, duyurduğumuz için. Bu soruşturmaların aslında var olmayan soruşturmalar olduğu, sadece haber olarak uçurulduğu, baskı ve korkutma amacıyla yapıldığını da daha sonra öğreniyoruz. Düşünün, var olmayan bir soruşturmayla sizin gerçek olarak anlattığınız olaylar üzerinde baskı kurmaya çalışan bir iktidar yapısı var karşınızda. Böyle bir vaka olmuştu ve sonra bizim haber verdiğimiz vakanın gerçek olduğu ve alelacele tahliye edildiği ve ardından da vefat ettiği ortaya çıkmıştı. Bunun gibi birçok vakayı Adalet Bakanlığı gizledi, cezaevlerindeki gerçek sayıları gizledi. Yeter ki kendi hukuksuzlukları ortaya çıkmasın diye bunu yaptı, yapmaya da devam ediyor.

Şu anda çocuklu anneler var cezaevlerinde. Çocuklar var, 800’ü aşkın çocuk var. Hastalar var, yaşlılar var, gerçekten çok zor durumda olan genç kronik hastalar var. Kaldırılabilir, yürütülebilir bir halde değil. Birtakım tahliyelerle bir sayıya indirildi ama kaygı adalet kaygısı değildi. Ve işte inen sayıyla da bulunan kalıcı bir çözüm yoktu aslında. Şu anda cezaevlerinde tedirginlik devam ediyor. Zaten cezaevlerindeki insan hakları ihlalleri son yıllarda çok ağır bir şekilde devam ediyordu, çok ağır bir şekilde ihlaller oluşturuyordu. Ve biz bunları yoğun bir şekilde takip ediyorduk. Korona salgını dolayısıyla bu ihlaller daha da arttı. Şu anda hastaneye gidemeyen, koğuşlarında ateşi geçsin diye bekleyen mahpuslar, revire çıkamayan, hastaneye gidemeyen mahpuslarla dolu olan bir cezaevi gerçekliği var karşımızda. Ve bu hal devam ediyor maalesef.

Şu anda Silivri Cezaevi’nden gelen çok ağır haberlerle uğraşıyoruz. 7. ve 8. bölümde artan salgın bulguları, vakalar, ağır hastalar var. Ve maalesef yeterli bilgi verilmiyor. Mahpuslar orada kendilerinin ölüme terkedildiğini düşünüyorlar. Mahpus yakınları büyük bir tedirginlik içinde. Mahpuslar kurban olarak cezaevlerinde bırakıldığını düşünüyor. Bunlar son derece olumsuz bir tablo oluşturuyor. Karantina koşulları tıbbi ve profesyonel bir şekilde uygulanmıyor. Koğuşlara kolonya bile verilmiyor. Hijyen noktasında çok önemli sıkıntılar var. Ve bir de uzun süredir iptal edilen açık ve kapalı görüşlerin başlamasıyla da salgının tekrar pik yapma ihtimali de var. Şu anda savunma hakkı da ellerinden alınmış birçok insan var. Yargıtay kararları verilmiyor ve mahpusluğu bittiği halde denetimli serbestliğe çıkabilecekken çıkamayan binlerce insan boş yere cezaevinde yatıyor. Tamamen bir kaos karmaşa cezaevlerinde ve yargı sisteminde yerini almış halde. Bu sürdürülebilir bir durum değil. Tüm bunlardan sonra Adalet Bakanlığı’ndan biz yoğun bir şekilde açıklama bekliyoruz ama maalesef herhangi bir açıklama da yapılmıyor. Bu hal şu anda böyle devam edip gidiyor.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Efendim, çok çok teşekkür ediyoruz. Geniş bir zaman ayırdınız; çok kapsamlı, çok değerli değerlendirmelerinizi, görüşlerinizi bizimle paylaştınız efendim, çok sağolun.

HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: Sağolun ben de size hayırlı olsun diyorum. İyi yayınlar diliyorum efendim.

INSTITUDE Direktörü Hüseyin Konuş: Teşekkür ederim efendim, sağolun. Değerli izleyicilerimiz INSTITUDE olarak, Diplomasi ve Ekonomi Enstitüsü olarak bugün ilk yayınımızı miletvekili, insan hakları savunucusu Sayın Ömer Faruk Gergelioğlu ile gerçekleştirdik.

Lütfen Youtube kanalımıza üye olmayı unutmayın. institude.org websitemizi ve @institude_org Twitter adresimizi takip etmeyi unutmayın. Hoşçakalın efendim.