TAYVAN MESELESİ

August 24, 2022
by Tolga Güneş, published on 24 August 2022
TAYVAN MESELESİ

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ilk gününden itibaren uluslararası gündemi takip edenlerin hep aklında şu soru vardı; “Peki bu durum Çin'i, Tayvan’ı işgal etmesi konusunda cesaretlendirir mi?” Aradan geçen altı aylık sürede, Çin’in Tayvan’a yönelik askeri tacizleri ve kıta sahanlığı ihlalleri sürekli devam etti. Bir çok uzmana göre, Çin ablukası, daha fazla füze saldırısı veya istila olasılığı her geçen yıl artıyor.

Tüm bunlara değinmeden önce tarihi sürece birlikte göz atalım ve Çin, iddiasında ne kadar haklı, ne kadar haksız inceleyelim.

TARİHİ SÜREÇ:

Her ne kadar tarihçiler tarafından Tayvan adasındaki yaşamın 7 bin yıl öncesine dayandığı yazılsa da adanın Çin tarafından ilk keşfedildiği dönem, Çin tarihindeki meşhur Üç İmparatorluk Dönemi’dir. Özellikle de M.S. 3. yüzyıldaki Wu Hanedanlığı kayıtlarında Yi zhou (Yicov) adında bir ada olarak geçtiği görülmektedir. Fakat o zamanlarda adanın asıl sakinlerini Avustronezya dilleri konuşan toplulukların yanı sıra Filipin, Endonezya, Malezya, Brunei, Madagaskar, Doğu Timor gibi etnik gruplar oluşturmaktaydı. Bu Tayvan aborjinleri, 530.000 civarında bir nüfusla günümüzde de hala adada varlığını sürdürmektedir.

Tayvan adası 1500’lü yıllarda Portekizli gemiciler tarafından ilk kez batılı bir isimle, güzel anlamına gelen “Formosa” ismiyle anılmış olup, bu isim Tayvanlılar tarafından günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir.

Kolonizasyon döneminde ada, Doğu Asya’da İspanya, Hollanda ve Portekizli güçler tarafından bölgedeki kolonilerini kontrol etmek için stratejik bir yer olarak görülmüş ve bu güçlerce ada üzerinde askeri üsler ve limanlar inşa edilmiştir. 1600’lü yılların ortasında ada, Dutch East India Company tarafından bir Hollanda kolonisine dönüştürülmüştür. Adada vergi ve eğitim sistemleri oluşturularak, kabileler arasında Hristiyanlık yayılmaya çalışılmıştır. 17. yüzyıldaki Qing ve Ming Hanedanlığı arasındaki hakimiyet mücadelesi sırasında, Ming Hanedanlığına bağlı bir general olan  Zheng Chenggong (Koxinga) tarafından adadaki Hollanda kolonisine son verilmiş ve yerine Ming Hanedanlığına bağlı Tungning Krallığı (Dōngníng) kurulmuştur. Çin’de Qing ve Ming Hanenadanlıkları arasındaki savaş sonrasında Ming Hanedanlığı yıkılıp, yerine Qing Hanedanlığı yönetimi ele geçirince, Ming Hanedanlığına bağlı askerler başta olmak üzere, hanedanlık taraftarları Tayvan’a kaçmıştır. Bu dönemde de adanın, ileride bahsedeceğimiz üzere, günümüzdekine benzer bir şekilde yine Çin Anakarası üzerinde güç elde etmek isteyen iki hanedanlığın çekişme alanı olduğunu not düşmek gerekir.

Sonraki yıllarda ada, Qing Hanedanlığı topraklarına bağlandı. İmparator, Tayvan’a sahip olmanın bir avantaj sağlamayacağı gibi, dezavantajının da olmayacağını düşündü ve İmparatorun emriyle adaya göçen Çinli nüfusun büyük çoğunluğu geri getirildi. 1683-1760 yılları arasında da adaya seyahat ve insanların göç etmesi yasaklandı. Tayvan’a seyahat yasaklarının gevşetilmesi ile birlikte, kıyı bölgelerindeki çok sayıda köylü adaya göç etmeye başladı. Bazı Çinli kaynaklarca bu sayının 1800’lü yılların başında 2 milyona ulaştığı belirtilir.

1887 yılında Tayvan, Qing hanedanlığı mahkemelerince bir eyalet olarak kuruldu ve başkenti Taipei yapıldı. Burada ekonomi ve ticaret canlanmaya başladı. Japonya, Kore yarımadası ve Çin'e giden ticari gemiler buraya uğramaya başladı.

Japonya ve Çin, Kore üzerindeki çıkar çatışması sonrasında savaştılar ve savaşı kaybeden Çin, Tayvan adası ve  Penghu takımadalarını Shimonoseki Antlaşması (1895) sonucu Japonya’ya bırakmak zorunda kaldı. Tayvan’ın, Çin deniz savunmasındaki hayati önemini, Çinliler bu olaydan sonra daha iyi anlamıştır diyebiliriz.

Japonlar bu tarihten itibaren ilk sömürge deneyimlerini Tayvan üzerinde uyguladılar. Tayvan kısa sürede Doğu Asya’da, Japonya’dan sonra gelen en ileri yer ve modern bir ekonomi oldu. Tabi ki bunun bedelini, hem 1. Dünya Savaşı hem de 2. Dünya Savaşında Japon ordusunda savaşarak, Japon savunma sanayisi için üreterek ve kendi kültür ve dillerini bastırmak zorunda kalarak ödediler.

1911 yılındaki Xinhai Devrimi ile Qing İmparatorluğu’na son verilip, Çin Cumhuriyeti kurulunca, devrimciler Tayvan’da da örgütlenmeye gittiler. Japon yönetimine karşı ayaklanma başlattılar; ancak bu ayaklanma başarısızlıkla sonuçlandı. 1937-1945 yılları arasında Çin’deki Japon işgali sürerken, Jiang Zhong Zhen (Çan Kay Şek), 1943 yılında düzenlenen Kahire Konferansı’nda Roosevelt ve Churchill ile bir araya geldi. Konferans sonunda Tayvan’ın Çin’e ait olduğu ve Çin’e geri verileceğine dair bir deklarasyon yayınlandı. Japonya’nın mağlup olmasından sonra, Tayvan’ın kontrolü, 1945 yılında Amerika tarafından Çan Kay Şek’e bırakıldı. Bu sırada Mao Zedong önderliğindeki komünist parti ile Çan Kay Şek’in milliyetçi ordusu arasında iç savaş 1949 yılına kadar devam etti ve milliyetçi ordunun yenilmesiyle, Çan Kay Şek ve ordusu Tayvan’a çekildiler. Sonrasında 1,5 milyona yakın insan Tayvan’a kaçmak zorunda kaldı. Soğuk Savaş yıllarında dünya komünist ve kapitalist-demokratik bloklara bölününce, Çan Kay Şek, demokratik blok yanında yer aldı. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri ve diğer Batılı ülkeler, Birleşmiş Milletler (BM) ve diğer çeşitli uluslararası kuruluşlarda Çin'i Tayvan’ın (Taipei’nin) temsil etmesini desteklediler. 1971 yılında Richard Nixon’ın pin-pon diplomasisiyle Çin-ABD arasındaki gerilim azaldı ve Pekin, 1971'de BM'de, BM kurucu üyelerinden ve Daimi Üye olan Taipei'nin yerini aldı. Sonraki süreçte Tayvan diplomatik olarak dünyadan izole olmaya başladı. 1979 yılında ABD, Çin ile diplomatik ilişkiler kurdu ve Tayvan ile olan diplomatik ilişkisini kesti. Ancak Tayvan’ın savunmasına yardım etmeyi taahhüt etti. Özetle, ABD, Anakara Çin’in meşru hükümet olduğu “Tek Çin” politikasını desteklerken, Tayvan ile ticari ve askeri bağlarını devam ettirdi.

ÇİN - TAYVAN BOĞAZI İLİŞKİLERİ

1987 yılında Çin ve Tayvan arasında aile ziyaretlerine izin verildi. Bunun sonucunda ticari canlanma başladı.

1988 yılında Çan Kay Şek’in oğlunun ölümünden sonra, ilk kez Tayvan doğumlu yerel bir yönetici (Lee Teng-hui), Çan Kay Şek’in partisi KMT’nin (Çin Milliyetçi Partisi) başına geçerek başkan oldu ve demokratik reformları başlattı.

1991 yılında Tayvan olağanüstü hali kaldırdı ve tek taraflı olarak Anakara’yı almak için güç kullanımından vazgeçtiğini duyurdu. Böylece Tayvan ile Çin arasında diplomatik görüşmelerin önü açılmış oldu.

1992 yılında Çin ve Tayvan yarı-resmi temsilcileri Singapur’da bir araya geldiler. Konsensüse göre, “Tek Çin, İki yorum” şeklinde bir görüş ortaya çıktı. Buna göre, taraflar “Tek Çin” görüşünde hemfikir olurken, kim tarafından temsil edildiği/edileceği konusunda uzlaşamadılar.

Tayvan Başkanı Lee Teng hui, ilk demokratik seçim kararını alması ve 1995 yılındaki Cornell Üniversitesi ziyaretinden sonra, Çin bunu ayrılıkçı bir hareket olarak tanımladı ve seçimlerden birkaç gün önce seçmenleri caydırmak için ada açıklarında füze denemeleri yaptı. Ancak, Tayvan tarihinde ilk demokratik seçimler 1996 yılında yapıldı ve KMT adayı Lee Teng hui ilk seçilmiş başkan oldu.

2001 yılı itibariyle, Çin ve ada arasında doğrudan ancak sınırlı ticaret kanalları kuruldu ve hava-deniz yolculukları başlatıldı.

2008 ve 2012 yıllarında  KMT’li Ma Ying-jeou’nun başkan seçilmesinden sonra Çin-Tayvan görüşmeleri ve ekonomik işbirliği hızlandı.

2015 yılı Kasım ayında dönemin başkanı Ma Ying-jeou (Ma İng-ciu) ile Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Xi Jinping (Şi Cinpin) arasında Singapur’da bir görüşme gerçekleşti. Sözkonusu görüşme 1950’den sonra başkanlık düzeyinde yapılan ilk görüşmeydi.

Tayvan Boğazı meselesinde ilerleme kaydedileceği düşünülürken, Tayvan’da 2016 yılında Demokrasi ve İlerleme Partisi (DPP) lideri Tsai Ing-wen (Say İnwın)’ın başkan seçilmesiyle, Çin-Tayvan ilişkileri gerilmeye başladı. Başkan Tsai Ing-wen, açıklamalarında “status quo”nun devamını savunurken, Anakara Çin tarafından her zaman “Bağımsız Tayvan” arayışında olmakla suçlandı.

Peki, Tayvan Boğazı’ndaki statükoyu korumak tabirinden ne anlamalıyız?

Bu konuda Tayvan’daki farklı partiler ve taraflar arasında görüş farklılıkları bulunuyor. Eski Tayvan Başkanı Ma Ying-jeo’nun politikasına göre statüko; “Tek Çin” prensibine dayanan 1992 Mutabakatını sürdürmek ve “Bir Çin, İki Yorum” şeklinde özetlenen “Üç Hayır” formülünü uygulamaya devam etmektir: “Birleşmeye hayır, bağımsızlığa hayır, güç kullanımına hayır”. Benzer şekilde, Başkan Tsai Ing-wen da tansiyonu düşürmek için zaman zaman “Üç Hayır” formülünü desteklediğini açıklamaktadır.

Fakat, Pekin’in yükselen askeri gücüyle birlikte Tayvan üzerinde artan askeri baskısı, Tayvan’ı tanıyan ülkelere ekonomik teşvikler (dolar diplomacy) marifetiyle diplomatik ilişkileri kestirmesi, Tayvan’ın Çin’e ekonomik olarak bağımlı olması (Tayvan ihracatının %42’sini Çin’e gerçekleştirmektedir), ABD’nin bölgedeki varlığı gibi etkenlerle, statüko dinamik bir hale dönüşmektedir.

TAYVAN’IN  STRATEJİK ÖNEMİ:

Tayvan adası, Çin kıyılarının karşısında yer alması ve Kore, Japonya, Filipinler ve Endonezya’ya uzanan adalar zincirinin merkezi olması nedenleriyle, Asya Pasifik’te çok önemli bir konuma sahiptir. Çin deniz savunması stratejisi açısından da hayati bir önemi haizdir.

ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin geçtiğimiz günlerde Tayvan’a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından, Çin, Tayvan’ı kıta sahanlığı dışında ve içinde deniz güçleriyle ablukaya alıp, askeri bir tatbikat gerçekleştirdi. Tatbikat nedeniyle Tayvan’dan dünyanın değişik yerlerine yapılan ürün sevkiyatları durdu ve uçuşlar iptal edildi. Ek olarak, Çin, Korona önlemleri nedeniyle zaten Tayvan’dan ithalatını durdurduğu ananas, çay, deniz ürünleri gibi gıda ürünlerine ambargo uyguladığını açıkladı. Ayrıca, inşaat sektöründe kullanılan doğal kum ihracatını da askıya aldı.

Ambargolar sonucunda Tayvan borsasında Çin’e gıda ithalatı yapan firmaların hisse senetlerinde düşüş yaşanırken, teknoloji firmalarının hisseleri ise yükseldi. Bu da bizi mikroçipler ya da semiconductor (yarı iletkenler) konusuna getiriyor.

Tayvan, akıllı telefonlardan, tıbbi cihazlara, arabalardan savaş uçaklarına kadar her teknolojik cihaz ve üründe kullanılan yarı iletkenler, kritik bileşenler açısından küresel endüstriye hakim.

Raporlara göre, Tayvan dünyadaki tüm yarı iletken üretiminin yüzde 64'ünü tek başına yapan bir endüstri lideri konumunda. Şu anda Taiwan Semiconductor Manufacturing Co (TSMC) tek başına söz konusu üretimin %56’sına hakim durumda. Bu nedenle, Tayvanlı yarı iletken endüstrisi, yurt dışındaki Çin istihbarat faaliyetinin en önemli hedeflerinden birisi olmuştur. Her türlü çabasına rağmen Çin yarı iletkenler alanında sadece % 8 civarında üretim yapabilmektedir. Çin’in, Tayvan’a karşı ekonomik ambargo uygulamayacağı alanların başında yarı-iletkenler endüstrisinin başını çektiği üretim endüstrisi gelmektedir. Çin ekonomisi ve sanayisi de bu çiplere bağımlı durumdadır. Aynı zamanda, Tayvan’ın varlığını sürdürebilmesinde ve Amerika başta olmak üzere Batılı güçlerin desteğini almaya devam etmesinde söz konusu üretim hayati bir rol oynamaktadır. Tayvan’ın yarı iletken endüstrisine 120 milyar dolarlık yatırım yapıyor olması, bu konunun diplomatik koz olarak tutulmak istendiğini gösteriyor. 

Tüm bu bilgiler ışığında, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrası gıda fiyatlarında yaşanan büyük artışa benzer şekilde, muhtemel bir Çin saldırısı sonrasında da teknoloji ürünlerinde dünya ekonomisinin büyük bir krize sürükleneceği aşikardır. 

Bir diğer önemli husus ise, Tayvan’ın 548 milyar dolarlık yabancı para rezervi ile dünyanın 6. büyük rezervine sahip olmasıdır. Muhtemel görünmese de, Hong Kong benzeri bir birleşme sonrası, Tayvan altyapısının tamamen Pekin kontrolüne geçtiği varsayıldığında, bu refahın Xi Jinping’in “tam gelişmiş bir ulus hayaline” büyük katkı sağlayacağını söylemek zor olmasa gerek.

Pelosi’nin ziyaretine Çin ve dünya kamuoyu nasıl tepki gösterdi?

Parti kontrolündeki Çin medyası Pelosi'nin ziyaretini, “Pelosi'nin pervasız, tehlikeli ve sorumsuz yolculuğu” şeklinde niteledi. Pelosi'nin ziyareti, Çin sosyal medya ağlarında da geniş çapta ve koyu milliyetçi tonlarda yorumlandı. Kısa mesaj hizmeti Weibo, aşırı yüklenme nedeniyle Pelosi'nin Tayvan'a geldiği saatlerde geçici olarak kullanılamadı. 

G7 Dışişleri Bakanları ve AB Yüksek Temsilcisi ise, Çin'in Pelosi'nin Tayvan ziyaretine yanıt olarak attığı adımların gerilimi artırma ve bölgeyi istikrarsızlaştırma riski taşıdığını belirten bir bildiri yayınladı.

ÇİN TAYVAN’I İŞGAL EDER Mİ?

Tayvan’ın işgalinin önüne geçilmesi, ya da uzun bir süre ertelenmesi tamamen dış etkenlere bağlıdır. Bu işgalin önündeki en büyük engel, ABD’nin bölgedeki varlığıdır. Zira Tayvan’ın durumu, Ukrayna örneğinden oldukça farklıdır. Egemen bir ülke olan Ukrayna ile uluslararası arenada “de jure” olarak tanınmayan ancak “de facto” olarak birçok ülke ile ekonomik ve kültürel ilişkiler sürdüren Taipei Hükümetini kıyaslamak çok doğru olmayacaktır. Bu nedenle, Tayvan’a karşı olası bir Çin saldırısı/askeri müdahalesi, uluslararası hukuk ve devletlerin güç kullanması açısından egemen bir devlete karşı yapılmış olmayacaktır. Ne var ki, bu durum olası bir saldırı karşısında Tayvan’ın meşru müdafaa hakkını ortadan kaldırmaz. Buna paralel olarak, Kosova örneğinde olduğu gibi, “demokratik toplulukların”, bona fide  “insancıl müdahale”[1] kapsamında Tayvan’a destek verebilecekleri değerlendirmesinde bulunabiliriz.

Tayvan, Dünya Ticaret Örgütü, Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Asya-Pasifik Ekonomik İşbirliği gibi kuruluşlara “Chinese Taipei” adıyla katılım sağlamaktadır. Uzun yıllardan beri, Birleşmiş Milletler ve Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere birçok uluslararası örgüt ve sivil toplum kuruluşlarına üye olmaya çalışmaktadır. Bu politika ile, Çin’le ilişkisini uluslararası hale getirerek, Tayvan Boğazı sorununu, Çin’in kendi iç meselesi olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Tayvan’a göre, ilişki ne kadar uluslararası hale gelirse, Çin’in sorunu güç kullanarak çözme olasılığı da o kadar azalacaktır [2].

ABD’nin Tayvan Politikası 1979 yılından beri Stratejik Belirsizlik (Strategic Ambiguity) üzerine kurulu. Son yıllara kadar bu politika başarıyla işlemiş olsa da Çin’in Tayvan üzerinde artan birleşme baskısı ve çabaları karşısında önlenemez bir krize doğru gidilmektedir.

Çin tarafından saldırıya uğrarsa Tayvan'ı savunup savunmayacağı sorulduğunda, ABD Başkanı Joe Biden, 'Bunu yapma taahhüdümüz var' beyanında bulunmuş ise de, bu taahhüt de muğlak bırakılmıştır. Somut olarak elde sadece 1979 tarihli, Birleşik Devletler Senatosu tarafından yasalaşan Tayvan İlişkileri Yasası (TRA) bulunmaktadır. Sözkonusu yasaya göre, “ABD, Tayvan halkının insan haklarının korunmasını bir taahhüt olarak yeniden teyit eder” şeklinde bir ibare bulunmaktadır. Buna ek olarak Tayvan ile ilgili konuların ABD Başkanı tarafından yürütüleceği belirtilmektedir.

Buna mukabil, “Ayrılık Karşıtı Hukuk” (Çince:《反分裂国家法》) adlı bir yasa, 2005 yılında Çin Ulusal Halk Kongresinde yasalaştırılmış ve Başkanlık Kararnamesiyle yürürlüğe girmiştir. Bu yasaya göre, Tayvan bağımsızlığına karşı askeri önlemler kullanımı meşru kabul edilmiştir.

Xi Jinping parti kurulunda yaptığı bir konuşmada, “Tayvan’ın ayrılması anavatanın birleşmesi önündeki en büyük engel ve ulusal yeniden canlanma için ciddi gizli bir tehlikedir” demişti. Bu ifadeler, Başkan Xi’nin Tayvan meselesindeki duruşunu açıkça göstermektedir.

Çin ve Tayvan arasındaki gerilimin (belki de savaşın) bir başka belirleyici unsuru ise Xi Jinping’in ömür boyu Çin başkanı olup olmayacağı hususudur.

Deng Xiaoping yıllarından bu yana, Çin cumhurbaşkanlığının görev süresi 10 yıl ile sınırlıdır. Ancak 2018'de Komünist parlamento bu süre sınırını kaldırarak, Xi’nin önünü açtı. Kasım 2022 yılı Çin için hayati bir önemde. Zira, Xi Jinping’in, 3. kez aday olmak istediği biliniyor. Hatta bunu ömür boyu sürdürmek istemesine ihtimal vermemek naiflik olur. Yolsuzluk karşıtı operasyonlar kapsamında 2018 yılında kurulan “Ulusal Denetim Komisyonu”nun varlığı (bahse konu komisyon, Anayasa mahkemesi mukabilindeki “Yüksek Halk Mahkemesi” ve “Yüksek Halk Savcılığı” ile aynı idari sıralamada yer almaktadır) parti içinden yükselebilecek muhalif sesleri bastırmaya yetecektir. Aynı şekilde Mao seviyesindeki bir Xi Jinping, “Güç kullanımından vazgeçme sözü vermiyoruz ve gerekli tüm araçları kullanma seçeneğini saklı tutuyoruz.” söylemini pratiğe dökebilir.

Trump dönemiyle birlikte, ABD yetkililerinin Tayvan'a seyahat etmesine ve Tayvanlı meslektaşlarıyla görüşmesine izin veren Mart 2018 tarihli Tayvan Seyahat Yasası, Tayvan'la mevcut diplomatik ilişkileri sürdürmede yardımcı olmak için tasarlanmış Tayvan Müttefikleri Uluslararası Koruma ve Geliştirme Girişimi (TAIPEI) ve Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası'nın (2020) kabulü gibi gelişmeler olmuştur. Bunlara ilave olarak, geçtiğimiz yıllarda Tayvan Savunma Yasası, Tayvan İşgalini Önleme Yasası gibi Tayvan'a özgü yasa tasarıları gündeme getirildi. Joe Biden yönetimi ise herhangi bir provokasyon olmaksızın Tayvan’a yönelik bir Çin saldırısı olursa, Amerika’nın Tayvan’ı savunmayı taahhüt ettiğini belirtiyor. Amerika’nın da Tayvan Boğazı’nda statükonun devamından yana mı yoksa yeni bir Tayvan politikası mı geliştirmekte olduğunu ilerleyen yıllarda göreceğiz.

Şu an için ABD’nin, Çin’in daha ileriye gitmesini önlemek adına caydırıcı bir politika izlediğini görüyoruz. Bunun için geçtiğimiz Haziran ayında, “2022 Tayvan Politika Yasası” ABD Senatosunda tanıtıldı. Cumhuriyetçiler ve Demokratların Tayvan politikasında benzer görüşte oldukları düşünüldüğünde, bahsi geçen tasarının Senato ve Temsilciler Meclisinde onaylanması olası görünüyor. Tasarının yasalaşması halinde ise Çin-ABD ilişkileri geri dönülemez bir şekilde değişebilir. Zira tasarı metninde, “.....Tayvan egemenliğinin sembollerini sergilemelerini engelleyen idari yönergeleri iptal etmeye yönlendirir.” şeklinde Çin’i provoke edecek ibareler bulunmakta. Tasarı, Tayvan’ın “asimetrik savunma kapasitenin” artırılmasından, Tayvan’ı savunmak için “a strategy of denial” geliştirilmesi, hangi durumlarda ne tür yaptırımlar uygulanacağı gibi pek çok konuda detaylar içermekte. En dikkat çekici başlıklar ise Tayvan’ın uluslararası kuruluşlara dahil olması yönünde çalışmalar yapılması ve Tayvan’ın NATO dışı önemli müttefik tayin edilmesi.

Bölgedeki dinamiklere baktığımızda, Çin’in tek endişelenmesi gereken aktör ABD değil. Güney Çin Denizi'ndeki adalar üzerinde hak iddiası ve kıta sahanlığı problemleri yaşadığı Brunei, Endonezya, Malezya, Filipinler ve Vietnam da var. Tayvan da benzer hak iddialarına sahip. Çin, Tayvan’ı işgal ettiğinde Güney Çin Denizi'ne yönelik iddialarında daha da saldırgan olacaktır. Öte yandan, Filipinler’in uluslararası bir mahkemeye başvurması sonucunda, mahkeme Çin’in iddialarını haksız bulmuştu [3].

Güney Çin denizinde hakimiyet sağlamış bir Çin, sadece ABD’yi değil, Avustralya ve Japonya’yı da büyük ölçüde endişelendirmektedir.

Bölgedeki en önemli aktörlerden biri olan Japonya’da yetkililer, Tayvan boğazındaki istikranın devamının, Japonya’nın güvenliğini doğrudan ilgilendirdiği görüşündeler. Japon politika uzmanları da  ABD-Japon ittifakının birincil önceliğinin Tayvan çatışması olabileceğini ve yarı iletkenler gibi kritik teknolojilerin tedarik zinciri güvenliği konularını ele almaları gerektiğini dile getirmekteler.

Şinzo Abe suikastıyla sarsılan ülkede, şimdilik 9. maddenin[4] kaldırılması tartışılması rafa kaldırılmış görünse de, Çin güç kazandıkça ve ABD bölgenin savunması konusunda zayıflama belirtileri göstermeye devam ettikçe bu konu tekrar gündeme gelecektir. Kuzey Kore’nin nükleer silah ve füze denemeleri, Çin’in Senkaku adalarındaki hak talepleri ve sürekli olarak Çin keşif uçakları tarafından taciz edilmesi problemleri yanı sıra, Tayvan’a yönelik saldırı ihtimali, Japonya’nın kendi askeri gücünü kurmasını siyasi olarak meşrulaştırabilir.

Son olarak, CIA Direktörü William Burns katıldığı bir toplantıda, Pekin’in güç kullanarak adayı almakta kararlı olduğunu, ancak Ukrayna’daki savaşın bunun nasıl ve ne zaman olacağını yeniden düşünmeye zorladığını ifade etti.

Tüm bu anlatılanlar ışığında önümüzdeki yıllarda Asya-Pasifik bölgesinde çatışma ihtimalinin Çin’in bölgedeki dengelere meydan okumalarıyla arttığını ve bölgenin yeni çatışma merkezi olma dinamiği taşıdığını söyleyebiliriz.

Fakat asıl sorulması gereken soru şu olmalıdır: Çin’in bu kadar büyük sınamalarla başa çıkacak kaynak ve gücü var mı? Uzun yıllar kazan-kazan stratejisi izlemiş ve her platformda bu politikayı savunmuş olan Çin, artık kaybet- kaybet stratejisi mi izleyecek?

SONUÇ:

Tayvan’ın sunduğu geleneksel olmayan, “yeni enternasyonal”[5] bir diplomasi uygulamasına tanık olmaktayız. 51 yıl önce BM sisteminin dışına itilmiş 24 milyon nüfuslu, kendi yönetim sistemi, para birimi, ordusu olan ve satın alma paritesine göre dünyanın 18. ekonomisine haiz bir ulustan bahsetmekteyiz.

Çin’in 2020 yılından itibaren Hong Kong’taki uygulamalarının Tayvan halkı nezdinde çok olumsuz etkileri oldu. Ulusal Chengchi Üniversitesi Seçim Araştırmaları Merkezi’nin anket çalışmalarına göre, bağımsız Tayvan isteyenlerin oranı %18 iken, 2020 yılı sonunda %25,2’ye yükseldi. Aynı şekilde son 5 yılda kendini Tayvanlı kimliği ile tanımlayanların oranı %55’ten %63’lere yükseldi. Son yaşanan gelişmeler ışığında bu oranın daha da yükselmesi beklenebilir.

Şaşırtıcı bir şekilde, Çin ve Tayvan kamuoylarına baktığımızda, iki halk arasında herhangi bir askeri çatışma çıkabileceği yönünde ciddi endişe görülmemektedir. Bunun en önemli nedeninin, yıllardan beri ilişkilerde gerilimin dönem dönem tırmanması ve belli dönemlerde Çin’in ada etrafında artan askeri faaliyetleri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Artık halklar nezdinde bir kanıksama meydana gelmiş olması mümkün.

Çin’de artan baskı ve kontrol mekanizmasıyla, kapitalist-komünist sistemden, Çin sosyalizmi-komünist düzlemine doğru kaymalar olduğu gözlemlenmektedir. Xi Jinping’in, “Çin Rüyası” ve “Kültürel Canlanma” plan ve stratejisi bağlamında, nüfusunun %95’i, yine Anakara’daki gibi Han ırkına mensup ancak demokrasi ve batılı değerleri benimsemiş bir Tayvan halkı aynı zamanda kültürel bir tehdit olarak durmaktadır. Çin’in “Wolf Warriors” diplomatlarından Paris ve Monako Büyükelçisi Lu Sha-ye, France 24 televizyonuna verdiği mülakatta,” yeniden birleşme” sonrası Tayvan’da belli bir nüfusun “yeniden eğitileceğini” ifade etmişti. Bu sözler Çin’in, Doğu Türkistan'da Uygur halkını asimile etmek için kurduğu sözde eğitim kamplarını hatırlatmaktadır.

Tayvan sorunu, sadece uluslararası siyasi bir kriz değil aynı zamanda büyük bir etik ve insanlık problemi olarak da karşımıza çıkma potansiyeli taşımaktadır.

[1] Hazir Nuhiç, Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler kararları çerçevesinde saldırı kavramı,Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,İstanbul Üniversitesi,2010, sf.22.

[2] The Atlantic Council, “Taiwan In International Organizations:Internationalization of Taiwan-China Relationship, Clay E.Hickson,May 2003.

[3] Lahey Daimi Tahkim Mahkemesi, 12 Temmuz 2016'da Çin'in Güney Çin Denizi üzerinde tarihsel olarak münhasır kontrol uyguladığına dair hiçbir kanıt bulunmadığını söyledi.

[4] 1947'de General Douglas MacArthur'un işgali sırasında Japonya'ya kabul ettirilen, Japonya'nın savaş sonrası anayasasının 9. Maddesi.

[5] The Atlantic Council, “Taiwan In International Organizations: Internationalization of Taiwan-China Relationship, Clay E.Hickson, May 2003.