MISIR SEÇİMLERİ VE MISIR'IN YAKIN TARİHİNİN ANALİZİ

January 4, 2024
by Fatih Cangür, published on 4 January 2024
MISIR SEÇİMLERİ  VE MISIR'IN YAKIN TARİHİNİN ANALİZİ

İsrail-Hamas çatışmasının gölgesinde 10-12 Aralık 2023 tarihinde düzenlenen Mısır cumhurbaşkanlığı seçiminde ülkenin mevcut lideri Abdulfettah el-Sisi, oyların yüzde 89,6'sını alarak üçüncü kez Başkan seçildi. Böylelikle Sisi karşısındaki zayıf adayların arasından kolayca sıyrılarak 2030’a kadar Başkanlık görevini garantilemiş oldu. Mısır Ulusal Seçim Otoritesi'ne göre katılım oranının yüzde 66,8 olarak gerçekleştiği bu seçimlerde yurt içi ve yurt dışındaki 67,3 milyon seçmenden 44,7 milyonu oy kullandı. Her ne kadar seçim sonuçları Sisi’yi memnun etse de, önümüzdeki dönemde Ortadoğu’daki çatışmalar ve ülkenin yapısal ekonomik sıkıntıları gibi Mısır’ı bekleyen ciddi sınamalar bulunuyor. 

Siyasi açıdan bakıldığında, Sisi yönetimi iktidara geldiğinden itibaren ülkenin demokratikleşmesi adına yetkin bir reform programı sunamadı. Ayrıca, iktidarda on yılı dolduran Sisi, başta ekonomi olmak üzere kalkınma hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştiremedi. Kahire yönetimi, bu başarısızlığa gerekçe olarak pandemiyi ve Rusya-Ukrayna savaşını göstermektedir. Ne var ki, Sisi’nin karnesine bakıldığında ülkenin kalkınmasından ziyade kendi otoritesini sağlama alma gayreti göze çarpmaktadır. Bu yazıda, seçim sonuçları önümüzdeki döneme ışık tutacak yerel ve bölgesel gelişmelerle birlikte değerlendirilecektir. Güncel gelişmeleri daha iyi analiz edebilmek için öncelikle Mısır’ın yakın tarihine bakmak yerinde olacaktır.  

I. Mısır’ın Bağımsızlığından Arap Baharına Kadarki Süreç

A. Kral Faruk Dönemine Bakış

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, İngiltere ile Mısır arasındaki ilişkiler gerginleşmeye başlamıştı. Mısır, 1936’da İngiltere ile imzaladığı Süveyş Kanalı’nda İngiliz askerlerinin bulundurulması ve herhangi bir savaş durumunda İngiliz askerlerinin Mısır’a müdahalede bulunması gibi anlaşma maddelerinin kaldırılmasını istemişti. Ancak İngilizler 1947’de Hindistan’ın bağımsızlığını yeni tanıdığından Süveyş’ten taviz vermek istemedi. Bu bağlamda, Mısır halkı ülkenin tam bir bağımsızlığa kavuşamamasından huzursuzluk duyuyordu. Ülke içinde de 1923’ten beri yönetimin desteğiyle parlamentoya hakim olan büyük toprak sahiplerine karşı rahatsızlık artmaya başlamıştı. Ayrıca, Kral Faruk yönetimi, 1948-1949 Arap-İsrail savaşında Mısır’ın aldığı küçültücü yenilgi yüzünden de halk nazarında meşruiyetini kaybetme noktasına gelmişti. Üstelik, ülkede eşitsizlik, adaletsizlik ve yolsuzluk had safhadaydı. 

Eşitsizliğin boyutunu nüfusun %0,4’ünü oluşturan kesimin ülkedeki toplam toprakların %35’ine sahip olmasından anlamak mümkündür. Diğer taraftan ise çoğunluğunu köylülerin oluşturduğu ülkedeki toplam nüfusun %94’üne tekabül eden halkın sahip olduğu toprak oranı %35’e denkti. Toprak dağılımındaki bu eşitsizlik, zengin ve fakir arasındaki farkı açıyordu. Kırsal nüfus artmakla birlikte, köylü halkın gelirleri ise o nispette düşüyordu.  

Mısır’ın içerisinde bulunduğu bu karmaşık dönemde, muhalif bir hareket olarak Müslüman Kardeşler Örgütü ön plana çıkmaya ve yoksul halktan çok sayıda sempatizan toplamaya başladı. Örgüt kendisine, milli bağımsızlık, reform programları ve İslami değerlerin korunması gibi birtakım değerler çizerek halkın bir anlamda savunucusu konumuna yükselmişti. Ülkedeki Krallık rejimine karşı tavır alan halk da zamanla daha da radikalleşmiş, ülke yönetiminin emperyalist güçlerle ortak hareket ettiğini iddia ederek Mısırlı zengin tabakanın işyerlerine saldırılar gerçekleştirmiş ve ülkede bir kargaşa ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Kral Faruk’un talebiyle 1950’de seçime gidilen Mısır’da iş başına gelen yeni kabine İngilizlerle olan 1936 tarihli anlaşmayı tek taraflı feshetmiş, bunun akabinde ise olaya İngilizlerin tepkisi kanlı olmuştu. Çok sayıda Mısırlı polisin ölümüne neden olan İngiliz müdahalesi sonucu halk tekrar meydanlara inerek büyük gösteriler ve ayaklanmalar tertip etmişti. Bu olaylar muvacehesinde, kendilerine Hür Subaylar adını veren bir grup genç subay 1952’de Kral Faruk’u tahttan darbeyle indirmiş, böylece Mısır’daki Krallık rejimi de son bulmuştur. 

B. Cemal Abdünnasır Dönemine Bakış

Önde gelen Arap ülkelerinden Mısır, İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde bağımsızlığını kazanmıştır. 1952’deki devrime kadar Batı öğretisiyle yetişmiş ve Avrupa tarzı eğitim almış olan yöneticiler, yerlerini bu tarihten itibaren alt sınıftan ve kırsal kesimden gelen genç subaylara bırakmışlardır. Her ne kadar Mısır’da yapılan devrim, eşitlik, adalet, demokrasi ve halkın yönetimi gibi argümanlar kullanılarak gerçekleşmiş olsa da bu hedefler gerçekleşmemiş ve ülkede bürokrasiye bağlı devlet anlayışı, özel girişimden uzak devlet tabanlı kısır ekonomik teşebbüsler, kukla parlamentolu ve anlamsız seçimli otoriter tek parti rejimi kurulmuştur. Ayrıca eğitim fırsatları bir taraftan genişletilirken, diğer yandan özgürlükler kısıtlanmış ve hür düşünceye sansür uygulanmıştır.

1952’den başlayarak 1967’ye kadar olan dönemde Mısır’da devrimin baş aktörlerinden biri olan Nasır Pan-Arabist düşüncelerle büyük kitlelere hitap etmişti. Nasır bu vizyonuyla imparatorluk güçlerine meydan okuyan ve eski yönetici seçkinleri yerlerinden eden dinamik bir lider imajı vermekteydi. Bunun yanı sıra, 1948-1949 Arap-İsrail Savaşı’nda Mısır’ın aldığı ağır hezimet de Nasır’ı İsrail’e karşı bilemiş ve kendisinde bir intikam hissi oluşturmuştu. Bunun da halk nezdinde büyük etkisi olmuş ve toplum kendisini düşmana karşı bir koruyucu olarak görmüş ve halkta büyük bir sempati toplamıştı. 

Mısır’da genç subaylar önderliğinde yapılan devrim hareketi dış güçlere karşı yapılmış bağımsızlık ve özgürlük hareketi olarak gözükse de aslında ülke içinde rejime karşı yapılmış bir darbe hareketi olarak kabul edilmektedir. Zira, ordu içerisinde yetişen subayların büyük çoğunluğu eşitsizlik ve yoksulluk sorunlarıyla boğuşan orta sınıftan geliyordu. Bu durum krallık rejiminin politikalarını eleştirmelerinde büyük bir paya sahip olmuştur. Hür subayların çekirdek grubu, halk tarafından siyasal örgütlenme veya ideolojik yönelim hakkında önyargılı görüşleri bulunmayan pragmatik milliyetçiler ve çalışkan askeri bürokratlar olarak algılanmaktaydı. İngiliz işgaline son vermek, reform ve sosyal adalet fikirleriyle hareket ediyorlardı. 

Gerçekleştirilen devrimden sonra yeni rejimin programını şu şekilde açıklamışlardı: ülkede İngiliz sömürgeciliğine son verilecek, İngilizlerin Mısırlı işbirlikçileri tasfiye edilecek, ülkede toprağa bağlı uygulanan feodalizm kaldırılacak, devlet yabancı sermayenin kontrolünden kurtarılacak, güçlü bir milli ordu kurulacak ve sağlıklı bir demokratik yaşam tesis edilecek.

Subaylar iktidara gelince, Nasır’ın liderliğinde hükümetin icra kurulu olarak görev yapacak bir Devrim Komuta Konseyi (DKK) kuruldu. Nasır, hem ülkedeki hanedanlığın sonunu getirmiş hem de kendisine siyasi rakip olarak gördüğü Müslüman Kardeşleri ve silah arkadaşı General Necip’i mahkum ettirmiştir. Böylelikle, siyasi hedeflerini yerine getiren Nasır rejimi halkın sempatisini kazanmak için 1952 Eylül ayında Tarım Reformu Yasası’nı çıkartıp topraksız halka toprak vermeyi vaat etti. Bu yasayla köylülerin yeni rejime desteği sağlanırken, toprak sahibi seçkinlerin de gücü kırılmış oldu. Kral ailesinin toprakları ve gayrimenkullerine de el konuldu ve bunlar halka dağıtıldı. Ne var ki, bu dönemdeki reformlar halkın iradesini yansıtmaktan ziyade halkı kontrol altına almak için yapılmıştı. Ülkede siyasal partiler yasaklanmış, Milli Birlik adı altında Mısır’ın yönetimini idare edecek bir kitle örgütü oluşturulmuştu. Anayasayla cumhurbaşkanına geniş yetkiler verilerek güç merkezileştirilmişti. 1956 yılı ortalarında Nasır rejimi, iç otoriteyi sağlamış ve toprak reformu programıyla belirli bir ilerleme katetmişti. 

Nasır rejimi Süveyş Kanalı’nı millileştirdikten sonra, ülkede faaliyet gösteren diğer İngiliz ve Fransız şirketlerini de millileştirmeye başladı. Bu bağlamda, 1960 yılında ilk 5 yıllık kalkınma planı uygulamaya sokuldu. 1961 yılındaki Millileştirme Kanunu’nun uygulanmasıyla birlikte; bütün bankalar, ağır sanayi, sigorta ve en önemli ekonomik kuruluşlar devlet mülkiyetine alınmıştır. Böylelikle ülkede sanayi, tarım, madencilik ve savunma gibi alanlardaki şirketler devlet kontrolüne geçmiştir. 

Diğer yandan, Nasır, İsrail’e karşı gösterilen tepkiyle birlikte içte de “işbirlikçi monarşi”yi ekarte etmek için başarılı siyasi manevralar yapmıştır. Ancak, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda kaydedilen sınırlı başarılara rağmen sosyalist yönetimin toplum üzerinde kontrolü tam sağlayamaması, reformlarla hedeflenen milli kalkınmaya bir türlü ulaşılamaması, İsrail’le yapılan 1967 savaşının kaybedilmesi, dış politikada verilen tavizlerin pan-Arap ideallerin altını oyması gibi sebeplerle, daha Nasır ölmeden rejimin politikaları uygulanabilirliğini yitirmiştir. 

C. Enver Sedat Dönemi 

Enver Sedat Nasır’ın halefi olarak 1970 yılında iş başına geçmiş, İsrail ile açmazı çözmeye çalışmış ve Mısır ekonomisini geliştirmeye uğraşmıştır. Sedat bu çerçevede barış müzakerelerine girmiş, ABD ile ittifak kurmuş, Mısır’a kapitalist teşvikler getirmeyi amaçlamıştır. Nasır ile beraber Mısır’da hür subaylar devrimini gerçekleştiren takımın içinde yer alan Enver Sedat önceki dönemde izlenen stratejilerden bazı noktalarda kesin dönüş yapmıştır. 

Bu bağlamda, Enver Sedat’ın ilk işi iç siyasetteki mevcut yerini korumak ve sağlamlaştırmaktı. Bu amacını hükümetteki ve Arap sosyal birliğindeki muhaliflerini ekarte ederek gerçekleştirdi. Daha sonra ülkede ekonomik anlamda “yenileme devrimi” olarak nitelendirilen siyasal ve ekonomik liberalleşmeye doğru yönelen Sedat, Nasır’dan miras kalan finansal ve mali sorunlar silsilesiyle uğraşmak zorunda kalmıştı. Mısır’da ekonomik çöküşe ve dolayısıyla halkta huzursuzluğa yol açan temel etkenlerin başında hiç şüphesiz İsrail ile güç yarışına girmesinden kaynaklanan askeri harcamalar geliyordu. Bu harcamalar, halkın refahı için yapılması gereken reformların önüne geçmişti. İsrail ile savaş nedeniyle Mısır’ın sahip olduğu turizm, Süveyş Kanalı ve dış yatırım gibi gelir kaynakları potansiyelin altında kalmaktaydı. 

1973’te Yom Kippur  savaşında Mısır’ın İsrail’e karşı kayıpları büyük olmasına rağmen İsrail’in de savaşın başında kayıplar yaşaması Sedat için bir zafer anlamına gelmiştir. Nitekim savaşın sonunda kendini bir kahraman olarak gösteren Sedat bu vesileyle popülerlik kazanmaya çalışmıştır. Bu bağlamda, Enver Sedat popülaritesini kullanarak iç politikada sosyalist sistemin kalıntılarını ortadan kaldırmak ve ekonomiyi liberalleştirmek için “Ekim tebliği” de adıyla anılan bir dizi kararlar almıştır. Yeni başlatılacak program İnfitah (açılım) adını almış, aynı zamanda yabancı yatırımı teşvik etmeye yönelik geniş bir öneri yelpazesi içermiştir. Örneğin, yabancılar için Mısır’da bankacılık faaliyetlerini yürütmek amacıyla kolaylıklar ve vergi bağışıklığı sağlanmıştır. Ne var ki, İsrail’le gerilimin azalmasının getirdiği iklime rağmen kalıcı yabancı yatırımlar bir türlü Mısır’a gelmemiştir. Yabancı yatırımlar daha ziyade düşük riskli ve üretici olmayan alanlara kaymıştır. Ayrıca Sovyetlerden alınan silahlar yüzünden ülke ağır bir dış borç yükü altına girmiştir. Ekonomide köklü değişimleri içeren infitah programı ülkede sadece zenginlerin işine yaramış ve halkın genelinde somut bir iyileşme meydana getirmemiştir. Bu açıdan bakıldığında, Sedat’ın İnfitah programı eşitsizliğin artması ve zengin-fakir arasındaki uçurumun daha da açılması gibi olumsuz sonuçlar doğurmuştur.

Öte yandan, Mısır bütçesinde harcamaları azaltmak için temel ihtiyaç maddelerine verilen sübvansiyonların kaldırılması halk açısından bardağı taşıran son damla olmuştur. Öfkeli halk meydanlara inmiş ve gösterilerde yüzlerce kişi hayatını kaybetmiştir. Hem İsrail’le gerilimi, hem sosyal istikrarı aynı anda götüremeyeceğini anlayan Enver Sedat sosyal yardımları tekrar başlatmış ve Tel Aviv’le barış müzakerelerinin yürütülmesini onaylamıştır. Böylece, Enver Sedat, İsrail’le barış karşılığı Amerikan yardımı ile devlet bütçesini rahatlatmayı amaçlamıştır. Bu bağlamda, 1978’den beri ABD’nin Mısır’a yaptığı toplam askeri yardım 50 milyar doları, ekonomik yardım ise 30 milyar doları geçmiştir. Ne var ki, bu yardımlara rağmen Sedat rejimi bir türlü istediği ekonomik istikrarı sağlayamamıştır. 

Müslüman Kardeşler ve kendisini eleştiren diğer toplulukları hapse attıran Sedat, nihayetinde El- Cihad isimli bir örgüt tarafından 1981 yılında öldürülmüştür. 

D. Hüsnü Mübarek Dönemi 

Enver Sedat’ın döneminde başkan yardımcısı olarak görev yapan Mübarek, ekonomik ve siyasal yönden felce uğramış bir Mısır devralmıştı. Halefleri gibi askeri kökenden gelen Mübarek siyasi anlamda tedbirliliğiyle kendinden öncekilerden ayrılmıştır. Mübarek’in başlıca hedefi sınırlı yapısal düzenlemeler yapmak suretiyle siyasal ve ekonomik açılardan liberalleşmiş bir görüntü vererek rejimin ayakta kalmasını sağlamaktı. Bu dönemde Mübarek önemli reformları desteklemekte isteksiz davranmış ve ülkenin geleceği konusunda kesin bir vizyon sunamamıştır. Ülkenin idaresinin her alanında statükodan yana olan Mübarek, Sedat’ın karma kamu ekonomi modelinden özel sektör modeline kısmen geçiş yapmıştır. 

İnfitah sırasında ortaya çıkan varlıklı bir girişimci sınıf bu dönemde güç kazanmıştır. Bu bağlamda,  toplumun alt ve üst tabakaları arasındaki mesafe iyice açılmış, bir yanda varlıklı özel sektör ve devlet bürokrasisinin üst kademeleri, diğer yanda ücretleri azalan, çalışma koşulları kötüleşen devlet memurları yer almıştır. Ülkede yolsuzluk yaygınlaşmaya başlamış, devlet memurlarının gelirleri azalmıştır.

Mübarek dış politikada İsrail’le ilişkilerinin korumayı ve ABD’yle ilişkileri güçlendirmeyi hedeflemiştir. Mısır’ın 1960 ve 1970’lerden farklı olarak artık Arap milliyetçiliği ve liderliğini üstlenme gibi bir misyonu kalmamış, hatta İsrail’in bölgedeki işgallerine ve saldırılarına seyirci kalınmıştır. Mübarek ayrıca, Irak’ın 1991’de Kuveyt’i işgali ve ABD önderliğindeki koalisyon güçlerinin 2003’te başlattığı Irak Savaşı sırasında ABD’nin bölgedeki en güçlü destekçilerinden biri olmuştur. Diğer yandan da selefleri Nasır ve Sedat gibi ülkede olağanüstü hal yasası uygulamış, on binlerce insanı siyasi faaliyetlerde bulunduğu gerekçesiyle hapse mahkum etmiştir. Mübarek’in halka karşı uyguladığı politikalarının sertleşmesinde maruz kaldığı suikast girişimlerinin de büyük etkisi olmuştur. Özellikle, 1995’te Etiyopya’da uğradığı suikast girişiminin akabinde Hüsnü Mübarek Cemaat-ı İslami olmak üzere bazı radikal akımlara karşı sert tedbirler almıştır.

Yaklaşık 30 yıl boyunca ülkeyi olağanüstü hal yasalarıyla yöneten Hüsnü Mübarek döneminde Mısır iç ve dış politikada bağımsız davranma yetisini yitirmiştir. Ekonomik olarak yaklaşık 40 milyon Mısırlının gündelik 2 doların altında bir para ile hayatlarını sürdürmek zorunda kalması ciddi bir toplumsal sorun oluşturmuştur. Hal böyleyken Mübarek ailesinin lüks içerisinde yaşamaları da halkı kızdırmıştır. Yolsuzluklar, rüşvet ve hukuksuzluklar Mısırlıların gelecek beklentilerinin tükenmesini de beraberinde getirmiştir. Mübarek’in kendinden sonra varisi olarak oğlunu yönetimin başına geçirmeyi düşünmesi ve özellikle 2000’lerden sonra oğlu Cemal Mübarek’in iktidardaki Ulusal Demokratik Parti’de söz sahibi olması da halkın iktidara karşı ayaklanmasında etkili olmuştur. 

Diğer yandan, dış politikanın yürütülmesinde de Mısır halkı ile rejim arasında ciddi bakış farklılığı bulunmaktadır. Halk Filistin sorunu başta olmak üzere bölgesel gelişmeler karşısında daha hassas ve proaktif bir tutum beklentisi taşıyordu. Özellikle 2008 sonu 2009 başında Gazze saldırılarına Mısır yönetiminin İsrail’e verdiği destek Filistin konusunda Mısır halkının yönetime olan tepkisini en üst seviyeye çıkartmıştır. 

Mübarek rejiminin son zamanlarında ekonomi ve maliye adına yanlış kararlar vermesi, endüstri ve tarımda yetersiz altyapı ve zararlı planlamacılık anlayışı ülkede ciddi cari açık problemine neden olmuş, bunun sonucunda da Mısır poundu ciddi bir kan kaybı yaşamıştır.  

Liberalleşme ve demokratikleşmenin uluslararası dinamikleri 1990’lı yılların başından itibaren farklı bir boyut kazanmıştır. Başta IMF olmak üzere uluslararası kurumlar Mısır’ın sosyo-ekonomik kalkınmasının yönünü belirlemede etkili olmuşlardır. Bu neoliberal kurumlar Mübarek’e ekonomiyi daha fazla serbestleştirmesi ve sübvansiyonlara son vermesi yönünde baskı yapmıştır. 1970 ve 1990’larda yaşanan ve infitah olarak adlandırılan ekonomik liberalleşme süreçlerinde devletin ekonomide merkezi bir rol oynaması ve zenginliği istediği şahıs ve kurumlar üzerinde dağıtması sonucu ülkede dış sermaye çevreleriyle yakın bir ilişki içindeki devlet yöneticilerinden, teknokratlardan ve yüksek seviye bürokratlardan oluşan bir “devlet burjuvazisi” ortaya çıkmıştır. Bu yapılanma da siyasi anlamda çoğulcu bir dönüşüme esin kaynağı olabilecek ekonomik evirilmeyi gerçekleştirmekten uzak olmuştur.  

Ortadoğu’daki siyasi dönüşümün Mısır ayağını oluşturan 25 Ocak 2011 devrimi ve Mısır polis güçlerinin ülkede gösterileri durdurmayı başaramamasının ardından Mübarek, orduya sokağa inip devrimi bastırması emrini vermiştir. Ordunun göstericilere ateş açmayı reddetmesi, meşru talepleri noktasında halkın yanında duracaklarını ilan etmesi sonucu Mübarek, ülke yönetimini askerlere bırakmıştır. 11 Şubat 2011 tarihinde Hüsnü Mübarek’in istifası üzerine, General Tantavi başkanlığındaki Askeri Yüksek Konsey ülke yönetimine el koymuştur. 

E. Muhammed Mursi Dönemi

Mısır’da 2012 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Müslüman Kardeşler örgütünün adayı Muhammed Mursi, seçimleri kazanarak yeni cumhurbaşkanı olmuştur. Ancak, Muhammed Mursi'nin cumhurbaşkanlığı döneminde aşağıdaki sebeplerden dolayı toplum içinde bölünmeler ve siyasi çekişmeler ortaya çıkmaya başlamıştır.

I. İdeolojik Bölünmeler:

Müslüman Kardeşlerin liderlerinden Mursi’nin cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte siyasi arenada ideolojik bölünmelerin arttı. İslamcı kesimlerle, laik veya liberal kesimler arasında ideolojik çatışmaların derinleşmesi toplumun ayrışmasına yol açtı.

II. Anayasa Değişiklikleri ve Muhalefetin Eleştirisi:

Mursi'nin döneminde yapılan anayasa değişiklikleri, muhalefetin eleştirilerine neden oldu. Muhalefet, anayasa sürecine yeterince dahil olunmadığını ve değişikliklerin daha çok İslamcı prensiplere odaklandığını savundu.  

III. Ekonomik Zorluklar ve İstikrarsızlık:

Mursi dönemindeki ekonomik reformlar ve IMF ile yapılan anlaşma, ekonomik sıkıntılara ve enflasyona neden oldu.  

IV. Güvenlik Sorunları ve Terörle Mücadele:

Sina Yarımadası'nda terör olaylarının artması, güvenlik sorunlarının Mursi hükümetini zorlamasına yol açtı. Hükümetin terörle mücadele politikaları bölgedeki gerginlikleri artırarak toplumsal bölünmeyi derinleştirdi.

V. Basın ve İfade Özgürlüğü Kısıtlamaları:

Mursi döneminde medya üzerindeki kontrollerin artması ve ifade özgürlüğünün kısıtlanması muhalif seslerin bastırılmasına ve toplumsal kutuplaşmanın artmasına yol açtı.

VI. Siyasi İstikrarsızlık ve Yönetim Tarzı: 

Mursi'nin yönetim tarzı, siyasi karar alma süreçlerinde otoriter bir yaklaşım sergilemesi ve diğer siyasi grupları yeterince dahil etmemesi nedeniyle sert şekilde eleştirildi.  

Bu faktörler gelmekte olan askeri darbenin atmosferini şekillendirdi. 2013 Temmuz'unda, Mursi'nin göreve gelmesinden yaklaşık bir yıl sonra, ordu tarafından gerçekleştirilen darbe sonucunda Savunma Bakanı Abdülfettah el-Sisi başkanlık koltuğuna oturdu.

F. Sisi'nin İktidara Gelmesi ve Politikaları

Sisi’nin Devlet Başkanı olmasıyla birlikte, ülkede 1960'lardan bu yana görülmemiş sert bir politika değişikliği yaşandı. Bu dönemi iç politikadan dış ilişkilere, ekonomik reformlardan güvenlik önlemlerine kadar geniş bir yelpazede değerlendirmek gerekiyor.  

A) İç Politika 

Sisi göreve geldikten sonra iç politikada aşağıdaki uygulamaları hayata geçirmiştir:

I. Muhalefet Üzerinde Uygulanan Baskı ve Sindirme  Politikası

 Sisi yönetimi muhalefeti zayıflatmak ve kontrol altına almak için sert tedbirler aldı. Bunlar, siyasi partilerin faaliyetlerine getirilen kısıtlamalardan muhalif liderlerin tutuklanmasına kadarki önlemleri içermektedir. 2013'te Mursi'nin devrilmesinin ardından Müslüman Kardeşler örgütü ve diğer muhaliflere karşı yoğun baskılar ve yargı süreçleri başlatılmıştır. Ülkede binlerce kişiye devlet memuru olma ve siyaseten seçim yasağı getirilmiştir. Ülkede halen 60.000 siyasi mahkumun hapishanelerde bulunduğu belirtilmektedir. 

II. İfade Özgürlüğü Üzerindeki Kısıtlamalar

 Sisi döneminde yazılı ve görsel basına yönelik sıkı denetim ve sansür uygulamaları arttı. Hükümet, eleştirel medya kuruluşlarına karşı sert önlemler aldı ve birçok gazeteci gözaltına alındı. Yine, ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar Twitter, Instagram, Youtube, Facebook gibi sosyal medya platformlarında da hissedildi. Bu mecralarda muhalif görüşlere yönelik baskılar, siber zorbalık ve trollük faaliyetleri yoğunluk kazandı. Eleştirel hesaplar askıya alındı veya kapatıldı. Bu da ülkede zaten cılız olan ifade özgürlüğünün iyice sınırlanmasına yol açtı.

III. Toplumsal Muhalefetin Bastırılması:

Mısır'da kitlesel protesto eylemlerine karşı sert güvenlik müdahaleleri gerçekleşti. Göstericilere yönelik şiddet ve tutuklamalar, toplumsal muhalefeti bastırmaya yönelik politikaların bir sonucu olarak dikkat çekmiştir. Buna paralel olarak, sivil toplum kuruluşlarına getirilen kısıtlamalar ve faaliyetlerine yönelik denetimler, toplumsal muhalefetin sınırlanmasına neden oldu.

VI. Güvenlik Birimlerinin Yetkilerinin Genişletilmesi:

Sisi yönetimi, özellikle Sina Yarımadası'nda faaliyet gösteren radikal gruplara karşı askeri operasyonlar düzenledi. Bu operasyonlar, terör örgütlerine karşı sert tedbirler alınmasını içeriyordu. Ülkenin genel güvenliğini sağlama amacıyla terörle mücadele kapsamında polis ve askerler güçlendirilerek yetkileri genişletildi.

B) Sınır Güvenliği ve İsrail ile İlişkiler

Mısır, 2017'de Hamas ve Fetih Hareketi arasında bir uzlaşı anlaşması imzalanmasına aracılık etti. Bu uzlaşı, Gazze Şeridi'nde Hamas'ın kontrolünü sağlamış ve Filistin Ulusal Yetki Hükümeti'nin bölgeye geri dönmesini öngörmüştür.

Sisi yönetimi, başta Refah sınır kapısı olmak üzere Gazze şeridi sınırındaki güvenliği artırmaya yönelik önemli adımlar attı.  Sınır bölgelerindeki kaçakçılığı ve terör faaliyetlerini engellemeye yönelik tünellerin kapatılması ve sınıra duvar örülmesi gibi tedbirler alınmıştır.  

Sisi yönetimindeki Mısır ile İsrail, ortak güvenlik tehditlerine karşı mücadelede işbirliği yaparak bölgesel istikrarı artırmaya yönelik güvenlik anlaşmaları yapmışlardır. Mısır ile İsrail arasındaki güvenlik işbirliğinin bazı ana unsurları şu şekilde gerçekleşmiştir:

I. Terörle Mücadele

İki ülke, özellikle Sina Yarımadası'nda faaliyet gösteren terör örgütleri ve militan gruplarla mücadelede birlikte hareket etmiştir. İsrail ve Mısır güvenlik güçleri, terörle mücadelede istihbarat paylaşımı ve ortak operasyonlar gerçekleştirmiştir.

II. Kaçakçılıkla Mücadele

İki ülke, ortak sınırlarındaki güvenliği artırmak ve sınır bölgelerinde kaçakçılığı engellemek amacıyla işbirliği yapmıştır. Sınır güvenliğini artırmaya yönelik iki ülke güvenlik güçleri, sınır bölgelerinde ortak devriyeler düzenlemişlerdir.

III. İstihbarat Paylaşımı

Ortak güvenlik tehditlerine karşı ortak bir anlayış ve koordinasyonun oluşturulması amacıyla, Mısır ile İsrail arasında istihbarat birimleri arasında bilgi paylaşımı yapılmıştır. 

VI. Güvenlik Ekipmanları ve Teknolojisi:

İki ülke, sınır güvenliğini artırmak için kullanılabilecek ekipmanlar ve teknolojik çözümler konusunda ortak stratejiler geliştirmiş ve tecrübe paylaşımında bulunmuşlardır.

V.Güvenlik Toplantıları:

Mısır ve İsrail, sınır güvenliği konularında düzenli olarak toplantılar düzenlemiş ve karşılıklı olarak bilgi alışverişinde bulunmuşlardır.

C) Sisi’nin Ekonomi Politikaları ve Finansal Reformlar

Sisi döneminde ekonomik getirisinden çok siyasi ranta endeksli mega projelere odaklanarak ağır bir dış borçlanma altına girildi. Bu projelerin başında, maliyeti şu ana kadar 45 milyar doları aşan Yeni İdari Başkent Projesi yer almaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri ve Çin bu projeden çekildiğinde, Mısırlılar faturayı yüklenmek zorunda kaldılar. Öte yandan, Sisi yönetimi, 2015 yılında "Yeni Süveyş Kanalı" olarak adlandırılan projenin hayata geçirilmesinin ardından, kuzey kıyısında yeni bir "yaz başkenti", bir nükleer santral, Kahire Monoray, Nil deltasında yeni sürdürülebilir bir şehir gibi finansal yönden büyük maliyetli projelere girişti. Ancak, gerekli  kaynak sağlanamadığından bu projeler Mısır için sürdürülemez ekonomik yükler haline geldi. Özellikle, alınan yüksek faizli krediler ve bunların sıkı ödeme koşullarının bulunması halk üzerinde büyük bir kambur oluşturdu. Kısaca, hesap verebilirlik ve katılımcı politikaların eksikliği ekonomik kararların kötü olmasına yol açtı.

Son 10 yıl içerisinde Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden gelen doğrudan nakit transferleriyle ekonomisini yüzdürmeye çalışan Mısır, bu kanalın kesintiye uğramasıyla IMF ve Dünya Bankası gibi yeni kaynak arayışlarına girmiştir. Pandemi, Ukrayna'daki savaş ve şimdi de Gazze'deki çatışmalar ülkenin önemli gelir kaynaklarından turizmi olumsuz etkilemektedir. Bunun yanı sıra, bu dönemde Kahire’nin bütçe disiplini bahanesiyle enerji sübvansiyonlarında kesintiye gitmesi, toplu taşıma ücretlerine zam yapması, genç işsizliğin artması, özellikle düşük gelirli aileler için başlatılan sosyal yardım programları ve sağlık hizmetlerinin aksaması Mısır’da halkın hoşnutsuzluğuna sebep olmaktadır. Sisi idaresinin eleştirilen bir diğer yönü de ordunun ekonomideki örtülü rolüdür. Ordunun sahip olduğu şirketler, gayrimenkul, demir, çelik ve çimento dahil olmak üzere birçok farklı alanda faaliyet göstermektedir. Ordunun serbest piyasa şartlarının dışında ayrıcalıklara sahip olması ülkede özel sektörün gelişmesini engellemektedir.   

Bu çerçevede, Mısır'da enflasyon Eylül ayındaki %38'den Kasım ayında %34,6'ya geriledi.  Mısır Merkez Bankası tarafından açıklanan verilere göre, dış borç 2015 yılında 40 milyar doların altındayken Aralık 2022 itibarıyla 163 milyar dolara yükseldi. Mısır, Arjantin'den sonra IMF'nin en büyük ikinci borçlusu durumunda bulunmaktadır. Ülke büyük ölçüde kısa vadeli yabancı yatırımlara bağımlı hale geldi, ancak gerekli mali reformları uygulamada yavaş kaldı. 

D) Önümüzdeki Dönemde Mısır’ı Bekleyen Bazı Sınamalar

Sisi rejimi, piyasaların yanı sıra müttefik ülke ve uluslararası kurumlardan borç alırken temel ekonomik ve siyasi reformu gerçekleştirmede yavaş kalmaktadır. Mısır’ın 2024 yılında en az 42 milyar doları geri borç ödemesi yapması gerekmektedir. Faiz ödemeleri, 2023 mali yılının ilk üç ayında devlet harcamalarının yüzde 60'ını oluşturmaktadır. Borç batağında olan ülkede yüksek bütçeli harcamalara devam edilmesi sonucu Mısır’ın temerrüde düşme riski bulunmaktadır. Bloomberg’in sıralamasına göre, Mısır, Ukrayna'dan sonra temerrüde düşme olasılığı en yüksek ikinci ülke olarak dikkat çekmektedir. 

Ayrıca, on yıl boyunca Sisi’nin vaatlerini yerine getirmesini bekleyen halkın sokaklara dökülmesi ihtimal dahilinde bulunuyor. Nitekim, Mısır’da İsrail’e karşı düzenlenen gösteriler bir müddet sonra Sisi aleyhine varan protestolara dönüştü. Bu bağlamda, 2023 Ekim ayında Kahire'de düzenlenen Filistin yanlısı gösteride sosyal adalet, özgürlük ve ekmek hakkında sloganlar atıldı. Yine, Ekim ayı başlarında Marsa Matruh'da düzenlenen bir protestoda göstericiler Sisi'yi istifa etmeye çağırdı. 

Kahire yönetimi, bir taraftan da İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalardan kaçan Filistinlilerin Mısır'a girmesine izin verilmesi yönünde baskıya maruz kalmaktadır. Gazze’den gelen 2 milyon Filistinliye ev sahipliği yapma Mısır’ı ekonomik açıdan zorlayacaktır. Sisi yönetimi bu tehlikeyi gördüğü için savaşın sona erdirilmesi adına bazı girişimlerde bulundu. Mısır, Gazze'ye daha fazla insani yardım sağlanması, yüzlerce yabancı uyruklu kişinin Mısır'a çıkışına izin verilmesi ve Gazze'deki rehinelerin serbest bırakılması için Hamas ile İsrail arasındaki müzakerelerde Katar'ın yanında arabuluculuk yaptı. 

Sonuç

Mısır'da 10-12 Aralık 2023 tarihinde gerçekleşen Başkanlık seçimlerinde Sisi yüzde 89,6 oy alarak üçüncü kez başkan seçilmiştir. Mısır’ın son on yıllık performansı incelendiğinde, Sisi'nin demokratikleşme adına etkin bir reform programı sunamadığı ve vaatlerini gerçekleştiremediği görülmektedir. İç politikada muhalefete baskı, ifade özgürlüğü kısıtlamaları ve toplumsal muhalefetin bastırılması gibi uygulamalar eleştirilmiştir. Ekonomi politikaları ve finansal reformlar bağlamında, Sisi'nin mega projeleri ve savurgan harcamaları bütçeyi zorlamış, yüksek dış borç nedeniyle ekonomik sıkıntılar yaşanmıştır. Ordunun ekonomiye müdahalesi ve hesap verebilirlik eksikliği özel sektörün gelişimini engellemektedir. 

Mısır yapısal ekonomik problemler, yüksek dış borç, cari açık ve iç huzursuzluk gibi sorunlarla boğuşmaktadır. Sisi yönetimi, bu sorunları çözmek için ekonomi ve siyaset alanında yapısal reformları gerçekleştirmekte isteksiz görünmektedir. Gerekli tedbirler alınmadığı takdirde önümüzdeki dönemde Mısır’ın ekonomik ve siyasi istikrarsızlığa sürüklenme tehlikesi artmaktadır.